İstanbul, yeni bir fetih yıl dönümünü kutluyor. Fetihten beş yüz elli beş sene geçmiş olsa da, Doğu-Batı ekseninde devam eden medeniyetler mücadelesinin zamanımızda hız kazanması fethi daha da mânâlı hale getiriyor.
Gerçekte İstanbul’un fethi, İslâmiyet’in Doğu Roma’yı tarihten silip dünyanın merkezine yerleşmesi ve kıyamete kadar devam edecek olan maddî ve mânevî bir fethin merkezinin temelinin atılması ve inşasıdır. İstanbul bu mânâda da bakıldığında İslâm’ın dünyaya özellikle Batıya açılan bir kapısıdır. Fetihlerin artık kılıçla değil, kalemle yapıldığı bir zamanda; bir kaç asırdır kesintiye uğramış, savunma ve mevcudu muhafaza durumuna mecbur bırakılmış bir dönemden sonra hedefler daha ilerilere götürülmelidir. Zaten fetih de, Batılıların kullandığı zapt etmek ve ele geçirmekten çok farklı olarak, açmak mânâsındadır; hak ve hakikatın tebliğine kapıları açmak, kalplerin ve gönüllerin önündeki engelleri kaldırmak demektir.
Peygamberimizin (asm) daha İslâm’ın ilk yıllarında tebliğ için mektup gönderdiği memleketlere bugün bakıldığında çağların söküp atamayacağı mucizevî tesir hemen fark edilir. Doğu Roma, Fars ve Mısır gibi dünyanın en güçlü devletleri hem saltanat, hem medeniyet hem de din olarak yerlerini İslâm’a terk ettiler.
Doğu Roma ya da yıkıldıktan asırlar sonra kullanılmaya başlayan Bizans, tarihte Müslümanlarla en çok mücadele eden devletlerden biridir. İran ve Mısır kısa süreli bir savaştan sonra İslâm’ı kabul etmeleriyle saltanatları gitse de mülkleri ellerinde kaldı. Bölgede kendilerini mağlup edecek bir kavim göremeyen Doğu Roma, Âlemlerin Rabbinin, dünyanın öbür ucundan bile olsa başka bir kavmi getirip vaadini gerçekleştireceğini hesap edemedi. İran ve Mısır’dan farklı olarak, İslâm ile beş asır mücadele, Rum ya da Roma adının, bu topraklardan ebediyen kazınmasıyla ve sadece saltanatı değil memleketi de terk etmeleriyle sonuçlanmıştır.
Hakikaten o zamanki şartlarda, ta Asya’nın steplerinden bir kavmin gelip yeryüzünün en güçlü ordularını mağlup edip aşılmaz surları aşıp bu toprakları kalıcı olarak vatan edinmesi muazzam bir hadisedir ve her yönüyle mu'cizedir. Evet Hunlar da, Moğollar da kılıçla geldiler ezip geçtiler. Fakat güçlü medeniyetler karşısında kılıçları fayda etmedi, eriyip yok oldular. Ellerinde İslâmiyet gibi bir hakikat olmadığı için ne dilleri, ne devletleri ve ne de milliyetleri kaldı!
Hem İstanbul’un fethi, hem de her türlü olumsuz şarta ve ardı arkası kesilmeyen haçlı seferlerine rağmen bu memleketin vatan olarak elimizde kalabilmesi, hem Peygamberimizin (asm) Herakl’e gönderdiği mektubun, hem de “İstanbul’un mutlaka fethedileceği” ile ilgili hadis-i şerifin harika birer tecellîsidir. Allah’ın Resûlü (asm) için elbette boşa yazılmış bir mektup olmadığı gibi boşa söylenmiş bir söz de yoktur. Hem bilerek söyler; çünkü Âlemlerin Rabbinden ders alarak söyler, hem de onun sözünün doğru çıkması için Âlemlerin Rabbi, yeri ve göğü içindekilerle beraber onun emrine râm eder. “Yerin ve göğün orduları O’nundur.”
Evet Herakl’e gönderilen mektup ve İstanbul’un fethi ile ilgili hadis-i şerif, bu İslâm memleketinin ebedî bir tapusudur. Mektuptaki: “İslâm’ı kabul et ki, selâmet bulasın” fermanı özellikle bu topraklarda yaşayanlar için aktüalitesini ve geçerliliğini her zaman muhafaza etmektedir. Hem dünya hem âhiret hayatı için selâmette kalmak isteyen özellikle bu memlekettekiler İslâm’ı yaşamalı, sahip çıkmalı ve şeâiri muhafaza etmelidir.
İstanbul ya da o zamanki adıyla Konstantinopolis, ele geçirilmesi imkânsız bir şehir idi. Nice kuşatmalar, surların önünde eriyip gitmişti. Bütün bunlara rağmen şehri zaptetmek bir derece kolay olsa da, elde tutmak hiç de kolay değildir. Güçlü ve hâkim bir medeniyet ister. Şehircilik ve mimarî başarılar ister. Ticaretten san'ata ve adaletten yönetime kadar bir çok sahada ciddî gayretler ve faziletler ister. Mektep, medrese ve mabed ister. Mabetlerde ibadet eden âbidler, zikreden zâkirler ister.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, Mektûbât adlı eserinde şöyle der: “Merkez-i Hilâfet olan İstanbul’u beş yüz elli sene bütün âlem-i Hıristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beş yüz yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük câmilerin arkalarındaki tekyelerde ‘Allah Allah!’ diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i İlahiyeden gelen bir muhabbet-i ruhanî ile cûş u huruşlarıdır.”
Şüphesiz silâhla fetih devri nasıl bittiyse, muhafaza için de o zamanki metodların artık yetersiz kaldığını zaman gösterdi. Risâle-i Nur’da da ifade edildiği gibi, yukarıda bahsedilen “marifet-i İlâhiye” ve “muhabbet-i ruhanî” için zaman artık hakikat zamanıdır. Zikirler ve mekânlar tarihteki vazifelerini hakkıyla, şan ve şerefle yapmışlardır. Şimdi ilim ve irfanla yeni fetihlere yelken açma zamanıdır. Evet Doğu Roma’nın bir de Batısı var! Roma’dan kastedilen şehir midir, Avrupa mıdır, Batı mıdır, Batı medeniyeti midir ya da hepsi mi? Tam bilemiyoruz fakat “Roma’nın da fethedileceği” şeklinde hadisler rivâyet edilmiştir. Bu müjdeyi, Bediüzzaman Hazretlerinin “Avrupa da bir İslâm devletine hamiledir. Bir gün gelecek doğuracaktır” ifadesi ile beraber düşünmekte fayda var!
30.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|