Bildiğiniz gibi “postmodern” tabiri moda olup çıktı. Belki de eşyanın veya düşüncenin mahiyetini değiştirmeksizin geçirdiği dönüşüme de postmodern diyorlardı. Yazımızda, Risâle-i Nur ekseninde kalmaya çalışarak “bolşevizm” kelimesinin zamanımızın eteklerindeki yansımaları üzerinde durmaya çalışacağız. İnsanlar, vahyin istikbale dair haberlerini, geçmişte olduğu gibi zamanımızda da farkına varmadan kalıplarda hapsetmeye çalışmışlar. Bu yanlışa sebep olarak, genellikle temel bilgi ve kaidelerin tam bilinmemesi ve zamanımızdaki hadiseleri doğru okuyamamazlık gösterilebilir.
Risâle-i Nur'da geçen birinci ve ikinci Avrupa mânâlarını zamanımıza uyarlayanların; ikinci Avrupa kapsamında bolşevizm, komünizm, şimal cereyanı, tahribatçı dinsizlik ve sosyalizm kelimelerinin kaynaklarını bilmeleri halinde “postmodern bolşevizm”i de daha rahat anlayabileceklerini inanıyoruz. Ahirzaman dinsizliğine sebep olan düşünceleri hadis-i şeriflerin işaretiyle yalın halleriyle tanıdığımızda da; coğrafyaların, kahramanların ve hadiselerdeki renk, motif ve sloganların değişmeleri bizi şa-şırtmaz. Burada önemli olan bir husus da başta Risâle-i Nur olmak üzere fikirleri içtimaî kalıplarda müşahhas olarak dondurup zamanın akışını kaçırmamaktır. Ama, 19. yüzyılı da içine alarak kıyamete doğru akan cereyanları 20. yüzyıldaki hadiselere tatbik edenler, maalesef o günün teorisini zamanımızın olayları üzerinde tatbik edemediler.
Şimal cereyanının çıkış noktası olarak “şimalli” yani kuzeyli olduğunu, fakat daha sonra dünyanın ekseriyetini işgal edeceğini düşünmezsek, şimal cereyanıyla aynı kan, düşünce, usûl ve sloganlarla günümüzdeki “saldırgan dünya hareketlerini” elbette anlayamayız… 19. yüzyılın bolşevizminin hareket alanını, müntesiplerini, sosyal hayattaki muhataplarını, vakıa ve umumî tarihçesini bir atlasa dökebilen araştırmacıların fazla olmayışı da bütünü anlamamızı zorlaştırıyor. Arzuladığımız böyle bir atlas olsaydı, 11 Eylül’den sonra bu cereyan mensuplarının global dünya idaresinde—maalesef—hatırı sayılır şekilde söz sahibi olduklarını görecektik. Bolşevizmi “ahirzamanın tahripkâr fitnesi” olarak kabul edenler bilirler ki, bu mânâ belli zamanlarda dünyayı zabtedecek…
Tebeddül-ü esma ile hakikat değişmez. 1980 öncesinde Türkiye´de komünistler çoklukla günümüzdeki güdümlü sivil-toplum dernekleri gibi barış dernekleri kuruyordular. Özgürlük ise önemli sloganlarıydı. Ne barış kelimesi ve ne de hürriyet sloganı onlara toplumda gizlenme imkânı vermedi. Bugün Amerika ve Avrupa’da birilerinin kendilerini “yeni muhafazakâr” veya “yeni liberal” olarak tanıtmaları, onların; semavî dinlere düşman, eşcinsellik ve porno dahil fuhuş ve ahlâksızlığa taraftar, servet ve iktidar için savaşan ve sosyal sınıf tahakkümcüsü olduklarını gizleyemiyor. Gelişen teknoloji ve haberleşmede ulaşılan önemli nokta, milletleri bir köyün sakinleri konumuna çıkarttığından, eskisi gibi fikir ve cereyanların kendilerini uzun süre gizleyebilmelerine artık imkân vermiyor.
Zamanın çerçevesindeki hale göre strateji geliştiren bolşevizmi en iyisi meyvelerinden tanımaya çalışmak gerekiyor. Hürriyetçi geçinilirken, mahiyetlerinin anlaşılmaması için, kanunlar perdesinde kaynakları ve hadisenin iç yüzünü karartan bolşeviklerin günümüzdeki hali, Sovyet Rusya’sındaki hallerinden farklı değildir. Rockefeller ailesinin parasıyla ihtilâli gerçekleştirmek üzere kuzey Avrupa üzerinden Rusya’ya gelen Troçki’nin başlattığı “sürekli devrimin” günümüzde “sürekli değişim” veya “dünya milletlerine demokrasi” sûretinde devam etmediğini iddia etmek mümkün değildir. Troçki ile Stalin arasındaki bir çok görüş ayrılıklarının bir tanesi de “devrimi” dünyanın yedi iklimine taşımak değil miydi? Troçkici veya Troçki’den ders alan “yeni muhafazakâr”ların yol gösteren düşünce enstitüsü American Enterprise İnstitute’nin 11 Eylülcülere verdiği ders burada önemli: “Asayiş Amerika’nın isteyeceği bir şey değildir. Biz İran’da, Irak’ta, Suriye, Lübnan ve hatta Suudi Arabistan’da asayiş istemiyoruz. Bizim istediğimiz yalnızca değişim. Hedefimiz yapıcı tahriptir. İster yaşadığımız cemiyeti, ister haricî ülkeleri ilgilendirsin, değişmez.”
Bolşeviklerin başında başkumandan olarak Rus ordusunu 1920’de Polonya’ya yürüten Troçki’nin sloganı “özgürlük ve devrim”di… Bu metazori devrimleri, zayıf ülkelerde sivil-toplum temsilcilerine para dağıtarak “yeni liberal” olarak gerçekleştirenler de elbette post modern bolşevikler grubuna girerler. “Kızıl” renk bildiğiniz gibi bolşeviklerin esas renkleri olarak kabul edilir. Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan´daki devrimcilerin renklerini hatırlıyorsunuzdur. Yani turuncunun, gülün ve lâlenin renklerini… Sürekli değişim ile sürekli devrim arasındaki farkı veya tenasübü de anlıyorsunuzdur.
11 Eylül hâdisesinin yeniden tahlil edilmesinde fayda var. Âlem-i İslâm ve bilhassa Türkiye Müslümanlarının aleyhinde çalışan haricî cereyanların yollarının bu hadise öncesinde bir kavşakta birleştiğini düşünüyoruz. Betty Mahmoudy, Taliban ve Teslime Nesrin hadiselerine baktığınızda feministlere varıncaya kadar tahripçilerle dehşetli bir ittifak… Yalnız AB’nin etkisiyle zayıflayan Rum-Pontus ve Taşnakçılar biraz geriden geliyorlar. 20. yüzyıl bolşevizminden milenyum bolşevizmine geçişi anlamak için 19. yüzyıldaki bazı tarihî vakıaları şahsiyetleriyle birlikte günümüzdeki saldırgan dinsiz ve ahlâksız hareketlerle mukayese etmemiz gerekecek.
30.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|