Eskiden medya için dördüncü kuvvet diyorlardı. Reklâm o zamanlarda henüz bu denli gelişmemişti. Teknolojik ilerlemeler, reklâmı nerdeyse medyanın önüne geçirmek üzere… Küresel ahlâkın tahribi, “tüketim canvarlarının” teşvikiyle doludizgin israfa giden cemiyetin hali, küçülen dünyada insanlık ve barış karşıtı sermayedarların ittifakı, globalleşmenin geleneksel devleti zayıflatması ve devletlerin hukukunu küresel çeteye karşı koruyacak paktların oluşmaması; maalesef reklâmı insana karşı işgalci bir “düşman” konumuna getirdi. İnsanlığın; coğrafyasından, tarihinden, kültüründen, inançlarından ve iktisadî durumundan getirdiği değerlerin üzerinden işgalci tankları gibi ezip geçen bir “reklâm sektörünün” varlığından az çok şikâyet eden varsa da; mahiyetinden, organizasyonundan, köklerinden, ideolojik ve küresel hedeflerinden bahsedenlere henüz pek rastlayamadım.
Daha önceleri efkâr-ı amme dediğimiz kamuoyunu etkileyerek belli hedeflere toplumu yönlendirmeye çalışan gazetelerin sermayesi, yazarları ve hatta muhabirleri bile millet tarafından takip edilirdi. TV'ler devreye girince vatandaşın bu takibi zorlaştıysa da, tamamen bu hedeften kopmadı. Meselâ İngiltere'de kırk gün içinde hazırlatılıp gönderilen TV kanalını merak edenlerimiz olduğu gibi, Murdoch'un satın aldığı eski dindar kanalını da takip edenler az değil bu ülkede.
Gerçi sanayide büyük firmalarda peş peşe yaşanan küresel evliliklerin medyada da gizlice vuku bulması, sözkonusu takibi zorlaştırmış olsa da, gazete ve TV'nin reklâmın meçhuliyetiyle mukayesesi mümkün değildir.
Bu tezgâhın tıpkısı aynısı Avrupa başta olmak üzere bir çok başka ülkede de sergileniyor. Pazarında dev panolarda reklâm edilen malı bulamadığınız hayâli şirketlerin reklâmlarında o halkın inanç, gelenek ve değerleri tezyif ediliyorsa, sözkonusu şirketler hakkında müsbet düşünmek gayet zordur. Reklâmlardaki “mânâ ve imgeleri” hazırlayan küresel reklâmcıların hedefi yalnızca para kazanmak olabilir mi? Yani reklâmın ekonomik boyutundan ziyade sosyal bir boyutu ortaya çıkıyorsa, pekâla reklâmın ideolojik olduğunu iddia edebilirsiniz.
Meselâ Almanya'da; Müslümanların veya Hıristiyanların dinî günleri yaklaştığında, reklâm levhalarının fevkalâde “edepsizce” resimlerle donatılması, inananların dikkatini çektiği gibi çoğunu devamlı üzmüştür. Çok ilginçtir ki, fuhşu, ahlâksızlığı, ailesizliği ve tembelliği propaganda eden reklâmcıların hukuku ayrıntılara kadar korunma altına alındığı halde, milletin o ahlâsızlığa müdahale edecek yolları genellikle kapalıdır. Açık kapılarını da, o reklâmlardan pay alan mahallî belediye ve idareciler halka haber vermezler. Sokakta yürüyen, pazarda alış veriş yapan, otobüse binen ve hatta hava meydanından uçağa binen insanlar reklâmların “ahlâksız saldırısından” kendilerini koruyacak imkâna sahip değillerdir. İnsanlık; dinî değerleriyle alay eden, ahlâksızlığı umumîleştiren ve insanlığını hedef alan bu reklâmları seyretmeye mahkûm ediliyor.
Matbu müstehcen neşriyattan kendisini korumak isteyen kişi almayıverir. Yeterli olmasa da bir tedbirdir. Ekranların müptezelliğinden kaçanlar da evlerine ekranı sokmayıverirler. Efkâr-ı ammeden haberdar olmak isteyenler için mağduriyet olsa da, kendisini ve ailesini ahlâksızlıktan ve ahmaklıktan kurtarmış olur. Ya sokakta yürüyen insan ne yapsın… Alış veriş merkezlerine, mağazaların camdan duvarlarına, havaalanlarına ve cadde kenarlarına konulan reklâmlardan kendimizi ve çocuklarımızı nasıl koruyacağız? Bu kadar müptezel, pespaye ve ahlâksız reklâmlardan korunma hakkımız yok mu? İlgililer bu hakkımızı lütfen korusunlar.
16.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|