Bazı “büyük” holding ve banka patronları, son günlerde ard arda yaptıkları açıklamalarda AKP hakkındaki kapatma dâvâsının uzun dönemde ekonomi üzerinde fazla bir olumsuz etkisinin olmayacağını söylüyorlar.
Mecliste büyük çoğunluğa sahip bir tek parti iktidarının böyle bir yargı tehdidiyle karşı karşıya olması gerçekten ekonomiye zarar vermez mi?
“Vermez” diyenlerin gerekçesi ne? Bu görüş Türkiye’de yaşayan herkes için geçerli mi, yoksa her zaman olduğu üzere yalnızca “tuzu kuru” kesimlerin hadiseye bakış tarzını mı yansıtıyor?
Son dönemde, özellikle AB sürecinde yapılan reformlar ve sıkı IMF takibiyle uygulanan politikalar neticesinde ekonominin siyasetten bağımsız ve siyasî tartışmalardan çok fazla etkilenmeyen bir zemine oturtulduğu çok söylendi.
Buna ilâveten, AKP’nin her fırsatta vurguladığı “siyasî istikrar” da ekonomideki gidişatı olumlu etkileyen bir faktör olarak nazara verildi.
Şimdi kapatma dâvâsıyla bu “istikrar” görüntüsü bozuldu. Ve bu durumun dış yatırımcılar tarafından nasıl karşılandığını, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek geçenlerde şöyle dile getirdi:
“Eskiden sormuyorlardı; ama kapatma dâvâsından sonra siyasî istikrarı sormaya başladılar.”
Zihinlerde tereddütlerin belirdiğine, yatırımcıların içine kurt düştüğüne işaret eden bu durum, yabancı yatırımlardaki azalma ve sıcak para çıkışındaki artışla da kendisini göstermekte.
Yakın zamana kadar faizleri düşürmemekle eleştirilen ve bir noktadan sonra “gıdım gıdım” indirmeye başlayan Merkez Bankasının, son kararıyla yeniden faiz yükseltme trendine yönelmesi, özellikle sıcak para kaçışına engel olmayı amaçlayan bir atraksiyon olarak yorumlanıyor.
Ancak bu sıcak para politikasının bedeli ağır.
Dünyanın en yüksek faiz oranlarıyla cezbedilen sıcak paranın ardında, erbabınca “köpek balıkları”na benzetilip “haydut fonlar” olarak nitelenen hedge fonlar var. Uygulanan politikaların asıl kazandırdıkları, piyasaları bu fonlarla çarpan uluslararası haramzadelerden başkası değil.
Bunların başını da meşhur Soros çekiyor.
Sıcak para sistemi, kapitalist sömürü çarkının yeni bir aracı. Türkiye’nin, Bakan Mehmet Şimşek’e göre 50, diğer Bakan Tüzmen’in hesabınca 60 milyar doları bulacak olan cârî açığı bu sistemle kapattığı söyleniyor; ama sıcak paraya ödenen yüzde 30-40 faiz halkın cebinden çıkıyor.
İşin bir başka boyutu, “yüksek faiz-düşük kur” politikasından kazananlar içinde kartel çevrelerinin de yer aldığına ilişkin duyumlar. Dışarıdan borçlanılan dövizlerin içeride TL faizine yatırılıp haksız-fâhiş kazançlar sağlandığı ifade ediliyor.
Şimdi o çevrelerin “AKP kapatılsa da ekonomi bozulmaz” diyerek açığa vurdukları rahatlık, “AKP gitse de başkası gelir; bizim kazanmamız üzerine kurulan sistem tıkır tıkır işlemeye devam eder” diye düşünmelerinin mi bir neticesi?
Türkiye’de ekonominin de sağlam temeller üzerinde kalıcı ve sağlıklı bir istikrara kavuşmasını engelleyen iki önemli sebep var. Biri, devletin ekonomideki rolünün hâlâ olması gereken seviyede azaltılamayışı; diğeri vaktiyle devlet desteğiyle oluşturulan tekelci sermaye yapılanması.
Yapısal reformlarla ve dikkatli-dengeli özelleştirmelerle bu yapıdan çıkılıp sermaye tabana yayılamadığı müddetçe sıkıntının aşılması zor.
Siyasetteki tatsız gelişmelerin, en çok yeni yeni boy atma sürecinde bulunan Anadolu sermayesini ve girişimcilerini tedirgin etmesi boşuna değil. Zira kazanç yolunu faiz ve vurgunda değil, üretimde gören bu kesimler, yıllardır boğuştukları yapısal-bürokratik engeller ve haksız rekabet ortamı yetmiyormuş gibi, genel ekonomik dengelerdeki bozulmadan da olumsuz etkilenecekler listesinin ilk sıralarında yer alıyorlar.
28 Şubat da öncelikle onları vurmamış mıydı?
Her devirde “Altta kalan ezilsin” mantığıyla bakılan işsizlerin, dar ve sabit gelirlilerin, fukaranın halini ayrıca hatırlatmaya bile hacet yok!
30.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|