Büyüklerimiz, alışık olunmayan bir durumla karşılaştıklarında hayretlerini ifade için; “Kıyamet alâmeti!” derlerdi. Son yıllarda ‘kıyamet alâmetleri’ o kadar yaygınlaştı ki, en çirkin hadiseler bile maalesef ‘sıradan hadiseler’ gibi görülüyor.
İşlenen kimi cinayetler, tecavüz ve hak gaspları hemen herkese; “Bunları yapan ‘insan’ olamaz” dedirtiyor. Doğru, bunları yapan ‘insan’ olamaz, fakat sadece bu tepkiler işlenen çirkinlikleri örtmeye, çare olmaya yetmiyor. En kötüsü de cemiyet; bu çirkinliklere zamanla alışıyor ve sadece ‘kınamak’la kalıyor.
Son olmasını umduğumuz çirkin bir cinayeti 17 yaşında ‘genç’ işlemiş. Adını, sanını dahi anmak istemediğimiz bu hadisede, ‘katil’ genç; iddialara göre annesini 13 parçaya bölmüş ve denize atmaya hazırlanırken yakalanmış. Şimdi bu hadise karşısında ne yapılır? Sadece ‘Vah, ne çirkin bir cinayet’ demekle vazifemizi yapmış olur muyuz?
‘Uzman’lar, bu ve benzerî çirkin cinayetlerin ‘münferid’ olduğunu söylemiş. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın başka ülkelerinde de çok çirkin cinayetler işleniyor. Bu çirkinlikler elbette sınırlıdır, ama aynı zamanda yaklaşan tehlikeyi de haber vermektedir. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmak, mezarlıktan geçerken ‘şarkı’ söylemeye benzer. O halde, vakit kaybetmeden kalpleri ıslâh çalışmalarını hızlandırmak lâzım. Başka metodlarla sadece zaman kaybederiz, bunu da bilelim.
Bu çirkinliklerin pek çok sebebi olabilir, ama asıl sebep; gençlerin dinî konularda yeterince, belki de hiç bilgilendirilmemesidir. “Anneye ‘öf’ bile dememe!” şuurunu bu gençlere kazandırabilseydik, ‘annesini doğrayan genç’lerle karşılaşır mıydık? Müzik ve eğlenceyle eğitilmeye çalışılan gençliğin geldiği nokta maalesef burasıdır ve bu tehlike hepimizi tehdit etmektedir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da en tehlikeli yaklaşım; “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışıdır. Allah muhafaza etsin; bu gençler en yakınımızdaki gençler de olabilir, eğer tedbir alıp duâ etmezsek...
Çok çok üzücü olan bir nokta da şudur: Bu tartışmalar yapılırken ‘yetkili’lerin susması... Gönül arzu ediyor ki, bu ve benzeri hadiseler yaşandığında en başta ilahiyatçılar çıkıp konuşsun. Konuşsun ve bu çirkinliklerin temelinde ‘iman zaafı’ olduğunu söylesin. Konuşsun ve bu belâlara ancak ‘iman ve İslâmiyet’le karşı konulabileceğini söylesin. Konuşsun ve ‘medya’nın yayınlarıyla gençliğin bataklığa sürüklediğini söylesin. Konuşsun ve İslâmın ter-ü taze iman esasları varken, başka yerde çare aramanın yersiz olduğunu söylesin... Konuşsun ve konuşsun...
Ama maalesef bu yapılmıyor, aksine sanki bu dertlerin çaresi yokmuş gibi susuluyor... Bakıyoruz, konuşan ‘uzmanlar’ da “Bunların çaresi doğru İslâmiyeti öğretmektir” demiyor ya da diyemiyor. Peki niçin? Sıralanan çarelerin çare olmadığı bunca yıl sonra dahi olsa görülmedi mi? Elde çare varken, çıkmaz sokaklarda ısrar etmenin anlamı var mı?
Başta ilahiyatçılar olmak üzere, gerçekleri bilen bütün uzmanlar, sosyologlar, psikologlar, hekimler vs. lütfen konuşsun! “Konuşalım, ama dinleyen var mı?” diye sorulmasın. Geçmiş yıllara nisbetle, sesimizi duyurmak için her türlü imkân var, bu yollar denensin. ‘Yetkililer’ ikaz edilsin, uyarılsın...
Sonra çok geç olabilir. Doğru bildiklerimizi, çareleri bir bir sıralayalım... Yarını beklemeden...
31.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|