1987 rakamlarına göre, kayıtlı 3100 vakıftan 1258’i “dinî amaçlı.” Ancak, bu sayı tesbit edilemeyenlerle beraber, tahminen 1500’ü bulur. Bazı gönüllü kuruluşlar, bir kısım pürüzlerden dolayı, “dernek” olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Dernekler ise, Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı değil. Ancak, her caminin, medresenin veya dinî, millî değerler muvacehesinde hizmet vermeye gayret eden müessesenin “yaşatma ve koruma derneği” var. Bunları da hesaba katarsak, bu rakamın 50 bini bulacağını söylemek mübâlâğa sayılmaz.
Ne yazık ki rejim ve sistem, bazı gönüllü kuruluşları, fikir ve düşüncelerini “bölücü ve tehlikeli akımlar” olarak ilân etmiş; takip etmiş, kovalamış. Mütedeyyin insanları korkutmuş, sindirmiş. Vatandaşları aleyhlerinde doldurmuş, şartlandırmış; âdeta beyinleri yıkamış. Fıtrat sınırlarını zorlayan bu tür muâmele, cevab-ı reddin duvarlarına tosluyor artık.
Türkiye, kronikleşmiş anayasa, demokratikleşme, insan hakları, terör, özelleştirme, eğitim, sağlık gibi hafife alınmayacak problemlerle cedelleşiyor. Bunları, gönüllü kuruluşların yardım, katkı, tasdik ve tasvibini almadan aşamaz. Devlet, eğer dağ gibi yığılmış meselelerini halletmek istiyorsa, mutlaka halka dayanmak; onları dinlemek zorunda. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda gündemin belirlenmesinde, problemlerin teşhis, tesbit ve tedbirinde, STK’ların, diğer bir ifadeyle gönüllü kuruluşların rollerinin çok daha tesirli olacağı şüphesiz.
Sosyolog Prof. Dr. Nur Vergin, bu hususa, “Din, en güçlü kimlik belirleyici unsurlardan birisidir. Hiçbir siyasî rejim, dinî cemaatlere karşı cephe alarak, onları dışlayarak kalıcı olmayı başaramamıştır”1 diyerek parmak basıyor.
Cemaatler, vakıf ve dernekler, Türkiye’nin sosyo-politik ve demokratik hayatının en önemli güç kaynağı. Devlet bugün, fıtrî ve sosyal tazyiklere dayanamayarak pek çok alanda “özelleştirmeye” gitmek mecburiyetinde kaldığı gibi; kültür ve inanç hayatına da, ister istemez, “özelleştirme” ve “serbestiyet” getirmek mecburiyetindedir. Çünkü insanlık, çoktan “malikiyet ve serbestiyet” devrine girmiştir. Her şeye rağmen, her biri bir cemaat veya bir tarikatin resmî kuruluşu olan hayır müesseseleri vakıflar, Türkiye’nin ve İslâm âleminin problemlerine isâbetli teşhisler koymaya; ameliyat masalarına yatırıp neşter vurmaya devam ediyor.
Türkiye’nin en önemli ve en hassas gündemlerinden birisi de, Diyanet İşleri Başkanlığının yapısı ve gönüllü kuruluşlarla münasebeti. STK’ların, gönüllü kuruluşların, Diyanet çatısı altında toplanmasında fayda mülâhaza ediliyor; aksi halde, dini hizmetlerde büyük kargaşaların ortaya çıkacağı düşüncesini taşıyanlar var. Halbuki, bugün fiilen durum böyle olduğu halde herhangi bir kaos çıkmıyor. Diyanet, resmî bir kuruluş. Devletin dini kontrol etmesi için teşekkül ettirilmiş. Halbuki, bu hürriyetler çağında özelleştirme, özerkleştirme, hattâ Diyanetin lağvedilip, dinî hizmetlerin “gönüllü kuruluş, cemaat ve vakıflara bırakılması” sözkonusu. Ne var ki, kamuoyu, meseleyi henüz istenen tarzda tartışıp hazmedebilmiş değil.
Dipnotlar: 1- Ali Ferşadoğlu, Gönüllü Kültür Kuruluşları, Yeni Asya Neşriyat, 1995, s. 10
02.06.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|