Ahmet Bey, Anadolu’nun küçük bir ilçesinde ilçe millî eğitim müdürlüğü vazifesini yapıyordu. Şirin bir Anadolu kasabası görünümünde olan bu küçük ilçeye kendi isteğiyle atandığı için, eğitimin istenilen seviyeye ulaşması için adeta gecesini gündüzüne katarak çalışıyordu.
Bu küçük ilçe, gelişmişlik yönünden belki de istenilen seviyede değildi. Medeniyetin birçok nimetleri buraya girmemişti o tarihlerde. Belki de bunun bir sonucu olarak ilçe halkı halinden memnun, huzurlu idi. Barış ve kardeşlik hüküm sürüyordu. Terör ve anarşinin kol gezdiği tarihlerde dahi burada emniyet ve asayişi bozacak en küçük bir olayın olmaması dikkate değerdi. İlçe halkı dindar, örf ve âdetlerine sıkı sıkıya bağlıydı. Belki de bunun bir sonucu olarak, âdî suçlar dahi işlenmiyordu. İlçedeki emniyet güçleri, savcılar, hakimler, deyim yerindeyse mesaî boyunca boş boş oturuyorlardı.
Doğrusu, burası, genç millî eğitim müdürü Ahmet Beyin arayıp da bulamayacağı bir yerdi. Gerçi 12 Eylül darbesi dönemiydi. Askerin ağırlığı, burada da kendini hissettiriyordu. Askerin, olur olmaz bahanelerle resmî kurumlar üzerindeki baskıları devam ediyor; yetkilerini sonuna kadar kullandıkları gibi, çoğu zaman da kendilerini hiç alâkadar etmeyen konularda, resmî kurumlardaki âmir ve memurlara yersiz emirlerde bulunuyorlardı.
Zaman zaman, Ahmet Bey de, gereksiz tacizlerle rahatsız ediliyordu. Yersiz sebeplerle, sudan bahanelerle komutan makamındaki askerler, bazen Ahmet Beyin makamına gelerek, bazen de onu makamlarına çağırarak, üzerlerine iş olmayan konularda talimât veriyorlardı.
Bu defa da akşamın bir saaatinde Ahmet Bey evinde iken kapısı çalındı. Kapıya çıktığında, akşamın karanlığında karşısında onbaşı rütbesinde bir askeri görünce bir anlık şaşkınlığa girse de, askere “Buyur yavrum, niye geldin?” dedi. Asker “Müdür bey, komutanım sizi istiyor” dedi. Ahmet Bey, “Peki oğlum, sen git, ben üstümü giyip geliyorum” deyince, asker “Hayır, öyle olmaz. Komutanım sizinle beraber gelmemizi söyledi” deyince, Ahmet Bey, hemen acele ile üstünü giydi ve askerle beraber yola koyuldu.
Yol boyunca Ahmet Bey, akşamın bu vaktinde komutanın makamına çağrılmasına bir anlam verememekle beraber, yine de bilmediği çok önemli sebepler olabileceğini düşündü ve elden geldiğince moralini bozmadan sakin olmaya gayret etti.
Sakin ve vakarlı bir tavırla komutanın kapısını tıklayarak içeri giren Ahmet Bey, önce selâm vermeyi düşündü ise de, selâm vermeden yüzbaşı rütbesindeki komutana “Hayırdır, beni istemişsiniz’’ deyince, yüzbaşı Ahmet Beyin gergin olduğunu sezmiş olmalı ki zoraki gülümseyerek, “Hoşgeldiniz müdür bey, buyrun oturun” diyerek yer gösterdi. Ahmet Bey oturmayacağını söyleyerek, kendisini niçin çağırdığını sorunca komutan söze başladı:
“Müdür bey, özel hayatınıza, inancınıza elbette karışmayız. Fakat takdir edersiniz ki devlet memurları vazife başında iken, özel yaşantıları ne olursa olsun, tarafsız olmak zorundadırlar. Aynı zamanda kanunlara, ilke ve inkılâplara aykırı hareket edemezler. Aldığım istihbaratlara göre, siz öğretmenlerinize karşı eşit davranmıyorsunuz” deyince Ahmet Bey komutanın sözünü keserek, “Bu iddialarınızı ispatlayabilir misiniz veya örnek verebilir misiniz?” dedi. Komutan sinirli bir şekilde “Bırakın ispat etme işini. Siz, sol fikirli öğretmenler üzerinde baskı kuruyorsunuz. Başı örtülü öğretmenleri görmezlikten geliyorsunuz... Okulda, sınıfta bazı öğretmenler, çekirdek-çerez yiyiyor, onlara ses çıkarmıyorsunuz...” deyip suçlamalara devam edince, Ahmet Bey, sert ve yüksek bir ses tonuyla “Allah aşkına, bunlar için mi akşamın bu vaktinde beni buraya çağırdınız? Askerin vazifesi bunlar mıdır? Ülkede bunca anarşi ve terör gibi problemler dururken, böyle basit meselelerle uğraşmanız doğru mu? Sonra bunları çok ciddiye alıyorsanız, şu iddiâlarınızı yazılı olarak bana iletiniz, ben de gerekli cevabı size vereyim” dedi ve izin isteyerek oradan ayrıldı.
01.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|