Geçmişte (ve muhtemelen gelecekte de) Türkiye’den bahsederken “İslâm ülkesi” denildiğinde en yüksek perdeden itiraz seslerinin yükseldiğini hatırlıyoruz. Onlara göre Türkiye’den bahsederken “İslâm ülkesi” demek olmaz. Hem itiraz ederler, hem de “Peki, ne denilsin?” sorusuna makul bir cevap veremezler.
Türkiye’de yaşayan nüfusun büyük çoğunluğu (kimi yüzde 90, kimi yüzde 99 nisbetiyle ifade ediyor) Müslüman. Böyle olunca, ‘İslâm’ı tarif dışında bırakarak Türkiye’yi anlamak ve anlatmak mümkün olmuyor. Sıkıntı da bu noktada kendisini hissettiriyor.
Türkiye’de yaşayan nüfusun büyük çoğunluğun Müslüman olması ve bunların inancının gereğini yerine getirmek istemesi bazı tartışmaları da beraberinde getiriyor. Millet, ‘İnancımı yerine getirirken bazı sıkıntılar yaşıyorum, bunları halledin’ dedikçe; idareciler aksini iddia edip karşı ‘bilgi’ler veriyorlar. Onlara göre, Türkiye’de 80 bin cami var. Üstelik bu camilerde 5 vakit ezan okunuyor. Üstüne üstlük TV’lerde mevlid de okutuluyor. Eee, geriye ne kaldı? Bunlar varken, başka ‘istek’lerde bulunmaya kimin hakkı var?
Bazılarının anlamak istemediği nokta şu: Gerek Türkiye ve gerek dünya, ‘eski’ Türkiye ve eski dünya değil. Neyin ne olduğu artık daha net olarak görülüyor. Türkiye’de kaç cami olduğu, imamların maaşını ve okudukları ‘hutbe’leri kimin verdiği, işlerin nasıl yürütüldüğü elbette biliniyor. Ama aynı zamanda, İslâm dininin emir ve yasaklarının ne olduğu ya da ne kadar olduğu da biliniyor. Bu emir ve yasakların bir kısmını kabul edip, bir kısmını görmezden gelmek ile bir yere varılamayacağı da yine milyonlarca vatandaşımız tarafından çok iyi biliniyor.
Dolayısı ile herhangi bir idareci ya da bir ‘ilahiyatçı’nın dile getirdiği herhangi bir görüşle; milletin ‘bildiklerini’ unutması, göz ardı etmesi mümkün değildir. Çünkü din, İslâm ve Müslümanlık hakkında ‘bilinmesi gerekenler’i sadece üç beş yönetici ile üç beş ilahiyat profesörü bilmiyor. Dolayısı ile milleti ‘eksik bilgi’lerle bir yerlere götürmek mümkün değildir.
Yalnız, ‘idareci’ler “Türkiye’nin İslâm ülkeleri arasında Müslümanlığı en iyi yaşayan ülkelerden biri olduğu” noktasında haklı olabilirler. Böyle olmakla birlikte, bunun da sebebini iyi araştırmak lâzım. Acaba, Türkiye niçin ‘en iyi Müslüman ülke’ ya da ‘en iyiler arasında’dır? Bu ‘birincilik’ bu güne kadar Türkiye’yi ‘millete rağmen’ yönetmeye çalışan ‘tek parti zihniyeti’nin ürünü müdür? Yoksa, millete dayatılmak istenen hayat biçiminin benimsenmemesi ve “doğru İslâm”ı öğreten İslâm âlimlerinin gayretleri sebebiyle midir?
Bir nokta daha var: “İslâmın vecibeleri en iyi yerine getirilen ülke Türkiye’dir” diyenlere karşı; “Hayır, sıkıntılarımız var” diyenlerin yapması gereken bir iş var. Vakit kaybetmeden bir heyet oluşturup, yaşanan bu sıkıntıları ‘belgeler’iyle birlikte ortaya koymak! “En iyi İslâm ülkesi Türkiye’dir, bir sıkıntısı olan var mı?” çağrısını buna vesile yapmak gerekir. Gerçekten de yıllardan beri devam eden bu tartışmaya, dosyalı ve belgeli bir ‘cevap’ niçin verilmez? İlahiyatçılarımız ve bu konuda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ve ‘aydın’larımız ne bekliyor?
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: ‘Sağ’dan ‘sol’dan engeller çıkarılmazsa, Türkiye gerçekten ‘Müslümanlığı en iyi yaşayan ülke’lerden biri olabilir.
01.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|