Dinlenme bilmecesi” ve “kapatma dâvâsı” hayhuyuyla Türkiye gerçek gündemini tartışamıyor. Birçok önemli konu, üstünkörü gidiyor. Geçtiğimiz hafta Başbakan Erdoğan’ın “GAP Eylem Plânı”nı açıklarken “TRT’nin bölgedeki dilleri sürekli anons edeceği” sözünün ardından Meclis’te AKP ile DTP’nin ortak önergesiyle “24 saat Kürtçe yayın”ın önünün açılması bunlardan biri.
Başbakan, bu televizyon-radyo yayınlarının, “terörün psikolojik ve kültürel zeminini de önemli ölçüde kurutacağı”nı iddia etti; bunun “toplumsal yapıyı, birlik ve bütünlüğümüzü güçlendiren bir sosyal restorasyon” olduğunu söyledi. Ne var ki önceki örneklerine baktıkça, bunun da palyetif kalacağı; dinlense ve seyredilse bile “resmî ideolojinin Kürtçesi”nin ötesine geçemeyeceği görülmekte. Bu açıdan oldukça sathî kalmakta…
Terör örgütünün bile çoğu kez aralarında Türkçe haberleştiği bir ortamda, kimsenin dinlemediği TRT’nin “Kürtçe yayını”nın arttırılması, açılan “Kürtçe kursları”na ilgisizlik ve yıllar önce Özal’ın “açılım” olarak serbest bıraktığı “Kürtçe şarkı”lara gösterilen rağbetsizlik, diğerleri gibi bunun da sonuçta günübirlik basit günübirlik bir propagandadan ve “hissî tatmin”den öteye geçmeyeceği anlaşılmakta…
“SOSYAL RESTORASYON” İNANÇLA OLUR
Gerkçek şu ki “Güneydoğu meselesi”ni salt ekonomiye icra edenler gibi, bölge halkına faydası mevhum bir iki kültürel hissî talebi yerine getirmeyi “sosyal restorasyon” diye sunmak, problemi “pansuman tedbir”le geçiştirmektir. AKP’liler, başta PKK’nin yayın organı Roj tv olmak üzere diğer televizyonların zaten seyredildiği ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin görüşünü anlatacağı” gerekçesini öne sürdüler. DTP’liler ise “ne olursa olsun yeter ki Kürtçe olsun” mülâhazasıyla, bildik “etnik hissiyat”la “seçmene selâm” mesajı olarak savundular...
Yılbaşı gecesinde birkaç şarkıya trilyonları harcayan, Irak, Afganistan ve Filistin’deki katliâmı, Ortadoğu ve İslâm dünyası üzerindeki oyunları deşifre eden programları İsrail Büyükelçisi’nin “şikâyeti” üzerine sansürleyip yayından kaldıran TRT’nin “Kürtçe versiyonu” yayınlarının yararının olup olmayacağını düşünmeden… “Etnik tanım”ın, içteki tahribat kadar dışta da olumsuz etkisini hesaplamadan…
Oysa bu durum, özellikle dış dünyada “kültürel hak ve özgürlükler” paravanında Türkiye’yi eyâletlere ayırma, bölgeyi ufak devletçiklere bölme projelerinde istimal edilecek; öteden beri Anadolu’yu parçalayan “Pentagon haritaları”nı çizen menhus mihraklarca, “farklılık” üzerinden bir “özerklik” ve “ayrılık” aracı olarak dayatılacak…
Marksist kökenli terör örgütünün mantığıyla, “etnik ayrılığı” tahrik eden her propaganda gibi, etnisitenin enjekte edilmesinde, “ırkî ayrılıklar”ın, kamplaşma ve kutuplaşmanın ajite edilmesinde istismar edilecek.
Halbuki bin yıldır Türklerle birlikte yaşamış, Çanakkale’de, Yemen’de, İstiklâl Harbinde cihad arkadaşı olmuş, yan yana şehid düşmüş Türklerle Kürtleri ve diğer Müslüman unsurları birleştiren din birliğidir. “Irkçılığı” ideoloji haline getirip ateşleyen zihniyet değil; Bediüzzaman’ın tesbitiyle “Halıkları (Yaratıcıları) bir, dinleri bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, binler kadar bir, bir…” imanıdır. (Mektûbat, 310)
Tarih boyunca Türklerle Kürtleri kardeşçe yaşatan bu anlayışın dışındaki diğer “çözümler”in yetersiz kalıp tıkandığı görüldü. “Din dışı çözümler”e yönelen terör örgütünün 30 bin insanı katletmesiyle bugün de görülmekte…
Müslüman unsurları “milliyetçilik / ırkçılık” damarıyla birbirine kışkırtan asimetrik tahrik oyununu ancak din kardeşliği önler. Kürtleri “evvela bir millet-i tabie (başkalarının sömürgesi) haline getirip” ecnebilerin âleti ve kuklası yapmanın önünü alacak olan, inanç ve vatan birliği şuurudur. (Sebilürreşad, 17 Mart 1920)
“ETNİK AİDİYET” VURGUSU, AYRILIK GETİRİR
“Bin seneye yakın Kur’ân’ın bayrağını cihanın cihat-ı sitesinin (altı tarafının) etrafında gezdiren bu vatan evlâdları”nı bir araya getiren, fitne ve husûmet ifsadlarına karşı dindaş ve vatandaş olarak bütünlüklerini muhâfaza ettiren yegâne âmil, “ebedî ve hakikî uhuvvettir (kardeşliktir)” (Mektûbat, 408 )
Zira sekülarist, inkârcı ideolojilerden kalma “etnik aidiyet vurgusu”, “meyl-i iftirakı” tahrik eder; toplumu nereye varacağı belli olmayan bir ayrılık uçurumuna yuvarlar. Lâkin “dinî aidiyet esası”, birleştirir, bütünleştirir. O halde başta Türklerle Kürtler olmak üzere bütün Müslüman unsurları birlik ve beraberlik potasında eriten mânevî kardeşlikten neden kaçınılmakta? Niçin en büyük ve birleştiren birlik bağı olan inanç ve din ortak paydasından bigâne kalınmakta?
Neticede “terör” de, terörü türeten “etnik ayırım” zihniyeti de çözüm değil. Tarihin şehâdetiyle barış, huzur ve kardeşliğin mayası olmuş köklü çâre, din ve mânevî birliktir. Terörün “psikolojik ve kültürel zemini”ni kurutacak, toplumsal yapıyı, birlik ve bütünlüğümüzü güçlendiren “sosyal restorasyon”un temeli inanç ve mânevî kültür birliğidir. Siyasî irâde ve kararlılık bu tesbitler için lâzımdır…
02.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|