Dünyanın üç yüzü bulunduğunu, Allah’ın isimlerinin tecelligâhı ve ahiretin tarlası olması yönüyle sevilmesi; nefis ve hevasâta bakan fanî yönüyle de ilgi duyulmaması gerektiğini biliyoruz.
Bizi Allah’ın rızasına götürücü her söz, iş ve hareketimiz görünüşte dünya işi bile olsa ahiret işi hâline gelir ve ebedî hayatımız için bir yatırım olur.
Sahabenin bu anlayış içerisinde dünyaya alabildiğine sarıldığını görüyoruz. Dünya ve ahiretle ilgili hangi iş olursa olsun eğer o iş Allah’ın rızasına götürüyorsa ona bütün kuvvetleriyle koşarlardı.
İşte onlardan bir tanesinin dünya ve ahiret işlerine bakışı: Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ’nın oğlu Abdullah bin Zübeyir… Bol imkânları vardı Abdullah bin Zübeyir’in (ra). Sadece kölelerinin sayısı yüzü bulurdu. Herbiriyle kendi dilleriyle konuşur, anlaşırdı. Öylesine gayret, bitmez tükenmez bir enerjisi vardı ki, onu bu hâliyle gören Ömer bin Kays şöyle demekten kendini alamamıştı: “Bu adam, bir an için olsun ibadetle ilgisi olmayan bir adam!” Ama dünyanın ahiretin tarlası ve Esmâ-i Hüsnânın aynası olma yönündeki gayretlerine baktığında da, “Ne adam! Dünyaya bir an için olsun iltifat etmiyor!”1 derdi. Meselâ onun öyle bir namaz kılışı vardı ki huşudan rüzgârın salladığı yaprak gibi hareket ederdi. Namaza kendini öylesine kaptırırdı kı Haccac’ın fırlattırdığı mancınık gülleleri namazdayken sağından ve solundan geçerlerdi de kılını kıpırdatmazdı.
Demek, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya. Yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalış” hadisinin bir tecellîsinden başka birşey değildi onun bu hâli.
Ne dünya bütün bütün terk edilecekti, ne de ahiret. İkisine birlikte çalışılacaktı. Tıpkı Hz. Abdullah bin Zübeyir gibi, Resûlullah’ın (asm) Hanzala bin Amir’e, “Bir müddet dünyaya, bir müddet ahirete çalışın” dediği gibi. Sonuçta dünya işi de olsa ahirete mal olmakta, ebediyet kazanmaktaydı.
Abdullah bin Zübeyir’in dünyasında ilk iş Allah’ın rızasını kazanmaktı. En büyük makam ve mertebeydi bu onun için. Dünyevî hiçbir meşguliyet onu ne ibadetinden, ne Allah yolunda olmaktan alıkoyuyordu. Kur’ân’ın, “Onlar öyle kimselerdir ki, ne bir ticaret, ne bir alış veriş, Allah’ı anmaktan, namazlarını dos doğru kılmaktan ve zekâtlarını vermekten onları alıkoymaz. Onlar, kalblerin ve gözlerin dehşetten dönüvereceği bir günden korkarlar”2 buyurduğu gibi dünya ve ahiret işini biri diğerine engel olmadan, aksine birbirini tamamlar tarzda yürütüyordu.
Demek İslâm doğru anlaşıldığında hem dünya, hem de ahiret birlikte imar edilmekte. Hayata böyle bir anlayışla bakıldığında maddeten ve mânen kalkınmamak için bir sebep kalır mı?
Dipnotlar:
1- Hılyetü’l-Evliyâ, 1:334., 2- Nur Sûresi: 37.
08.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|