Atomdan galaksilere kadar akıl almaz, başdöndürücü, hayrete düşürücü bir düzenle iç içe yaşıyoruz. Ne var ki insan ülfet sebebiyle çoğu kere bu olağanüstülüklerin farkına; merak, heyecan, hayret gibi duyguların zevkine varamıyor.
İşte insanı fikren böylesine saptıran, ilim telâkki edilen ülfet ancak tefekkürle dağıtılabilir. Çünkü insanlar bir kısım olay ve varlıklarla devamlı içli dışlı oldukları, derinlemesine incelemeyip sadece görüp seyretmekle yetindikleri için zamanla onlara alışır, kendilerince malûm zanneder, bunlardaki sır ve incelikleri düşünüp de önem vermezler. Oysa ülfetlerinden dolayı malûm ve sıradan zannettikleri o şeyler birer harika ve birer mu’cizedir. Ama ülfet ettikleri için onları düşünemez, dikkate almaz; taşıdıkları gerçekleri, İlâhî tecellileri ve sırları detaylıca düşünemezler. Onun içindir ki bunların nazarında o harika şeyler mânâsızlıktan kurtulamazlar.
İşte tefekkür, Mesnevî-i Nuriye’de dikkat çekildiği gibi “cehl-i mürekkep, yani bilmediği halde kendini bilir zannetme üzerine serpilmiş ülfet” perdesini delip geçer. Âyetlerin, delip geçen birer yıldız gibi insanların alışageldikleri hadiseler altındaki olağanüstülükleri, mu’cizeleri ortaya çıkarmasındaki sır da budur.
Kur’ân’ın asrımıza bakan güçlü bir tefsiri olan Risâle-i Nur, aynı zamanda bir tefekkür hazinesidir. Onu tefekkürle okuyan kimse, her an Rabbinin sayısız nimetleriyle beslenip büyütüldüğünü düşünür, ne kadar büyük hazineler üzerine oturduğunu hisseder, Rabbini hatırlayıp şükür ve hamdin zevkini yaşar.
Evet, bir nimeti yiyen kişi, “Bismillah” derken, Rabbini hatırlar, O'nun ismiyle yemeye başlar. Bu bir zikirdir. Sonunda ise “Elhamdülillah” diyerek bu harika nimeti ihsan eden Rabbine karşı sonsuz hamd ü senâda bulunur. Bu da şükürdür. Ortada o nimeti yerken, bütün bunların Rabbinin birer lütuf, ikram, ihsan ve hediyesi, eşsiz birer mu’cizesi olduğunu düşünür. Lezzetini birden yüze çıkarır.
Evet, Risâle-i Nur Külliyâtı baştan sona tefekkür üsareleriyle doludur. Âyetü’l-Kübrâ, Yirmi Dokuzuncu Lem’a, 22. Söz, 1. Şuâ bunun en canlı örneklerinden biridir. Münâcât Risâlesinin satırlarında bile tefekkür ışınları parlar. Hülâsatü’l-Hülâsa, kâinatı bir zikir halkası haline getirip insanın gözü önüne serer. Herbir nev’in, geniş lisanlarıyla Allah’ı zikredip durdukları görülür. Fikir, bu nevîlerde tecellî etmekte olan sıfat ve Esmâ-i İlâhiyeyi ilmelyakîn derecede ihata edebilmek için çok çabalar, sonra tam görür.
İnsan gerçek mahiyetine baktığında ise onun kâinatı içine alır tarzda küçük bir harita, doğru bir nümûne, hassas bir terazi gibi yaratıldığını anlar. Öylesine kesin bir şekilde ve görürcesine Allah’ın isim ve sıfatlarını tasdik eder ki, son derece kolay bir tarzda ve uzun bir fikrî seyahata ihtiyaç duymaksızın tahkikî îmanı elde etmeyi başarır.
Demek oluyor ki Hakîm isminin bir tecellisi olan Risâle-i Nur, tefekküre büyük önem vermek suretiyle ülfet ve ünsiyet perdelerini bir bir yırtmış, nimetlerin değerini hissettirmiştir.
İhsan ve ikramların önemini kavrama noktasında bize böyle büyük bir nimeti lutfeden Rabbimize ne kadar hamd etsek az değil mi?
07.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|