Anayasa Mahkemesi’nin Anayasanın iki maddesindeki düzenlemeyi “iptali”, yasadışı dayatılan yasağın yasayla kaldırılması yanlışlığını bir defa daha ortaya çıkardı. “Yasakçılar”ca âdeta “yasallaştırma” istismarına fırsat verdirdi. Bunlar daha çok tartışılacak; ancak “karar”ın bizatihi demokrasiye, hukuka ve Anayasaya aykırı olduğu ortada…
Doğrusu, kamuoyunda Mahkeme’nin Meclis’in yaptığı değişiklikleri “iptal” edemeyip, daha önce Yüksek Öğretim Kanunu Ek-17’de olduğu gibi “gerekçesi”ndeki yorumla yeniden yasaklama yollarına başvuracağı beklentisi vardı.
Lâkin Mahkeme’nin göz göre göre Anayasaya aykırı olarak Meclis’in büyük bir ekseriyetle çıkardığı kanunu esastan inceleyip “iptal” etmesi, her şeyden önce Anayasa’yı devre dışı bıraktırdı. Dahası, yasama yetkisini Meclis’ten alıp yetkisine katmakla, Türkiye’de ciddî bir hukuk ve millî hâkimiyet yetkisi ihlâl etti.
Zira Anayasa Mahkemesi’nin “görev ve yetkileri”ni belirleyen Anayasa’nın 148. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin kanunları, kanun hükmündeki kararnâmeleri ve Meclis İçtüzüğünü “şekil ve esas bakımından Anayasaya uygunluğunu denetleyeceği”ni belirtirken, Anayasa değişikliklerini “sâdece şekil bakımından inceleyip denetleyebileceği” hükmünü getirmiş.
Bu açıdan hukukçulara göre, Anayasa’nın başındaki “değiştirilemez ve değişmesi dahi teklif edilemez” maddelerini bahane ederek, “değişiklikler”in bunları kapsadığı yakıştırmasıyla yapılan bu iptalin öncelikle Mahkeme’nin “görev ve yetkisi”ni aşması olarak görülmekte…
YASAMA YETKİSİ DEVREDİLEMEZ
Meclis’in Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yaptığı değişiklikler ortada. Bunlarda doğrudan ya da dolaylı olarak “laikliği” ihlâl eden ya da ilgilendiren herhangi bir husus yok. Daha önce zaten metinde yer alan “kanunlar önündeki eşitliği” daha bâriz bir biçimde tahkim vurgulanıyor. “Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz” cümlesi, “Kimse, kanunda açıkça yazılı olmayan hiçbir sebeple eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz” ibâresiyle daha açık bir biçimde takviye ediyor.
Buna göre daha önce Anayasa’ya şekil ya da esas bakımından aykırı olamayan bu iki maddedeki mezkur düzenlemenin Anayasa’nın “laiklik ilkesine aykırı” olduğunun ileri sürülmesi, alâkasız bir ilinti kurmakla, arkadan dolanarak “Anayasaya aykırılık” perdesinde “Anayasa hükmünün çiğnenmesi”nin açık bir örneği olmakta.
Keza Anayasa’nın ikinci maddesindeki “laiklik ilkesi”ne aykırılık iddiasıyla Mahkeme’nin bu Anayasa değişikliklerini “esas” bakımından incelemesi, Anayasanın “yasama yetkisi”ni hükme bağlayan 7. maddesine de açıkça tezat teşkil etmekte.
Çünkü yine Anayasanın 6. maddesine göre, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; Türk milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.” Ve devamındaki 7. maddede, “yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir; bu yetki devredilemez” kaydı getirilmekte.
Bu esasa bütünüyle muhalif olarak, Anayasa’nın açık hükmüne rağmen, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in kararının yok sayılması, yargıçların yetkisini aşmasıyla Parlamento’nun üstüne yetki istimaline varmakta. Bu istismarla Parlamenter demokratik sistem üzerinde doğrudan bir vesâyet gölgesini düşürmekte…
BÖYLE BİR UCûBE OLUR MU?
Bu durum, Meclis’in uhdesinde ve yetkisinde olan anayasal değişiklikler dahil, başörtüsü ve benzeri laiklikle irtibatlandıralacak bazı konularda karar alamayacağı, anayasa ve yasaları değiştiremeyeceği gibi demokrasiye hiç yakışmayan bir zihniyetin tepeden inme emr-i vakisini gündeme getirmekte…
Sormak lazım; Anayasa Mahkemesi, sözkonusu iki maddedeki ibârelerin daha belirgin ifâdelerle vurgulanmasından ibâret olan değişiklikleri “esas”tan ele alıp “iptal” etmesiyle, açık bir biçimde Meclis’in yetkisini kullanmış bulunuyor. Bu “karar”, yine Anayasanın 6. maddesinin sonundaki, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” hükmünü hiçe sayıyor…
Dahası, Anayasaya göre millet irâdesinin temsilcisi olan Meclis’in “yasama yetkisi”ni kullanırken, her halûkârda yargının tasvibini alması gerektiği bir çıkmaza sürüklemekte. Yasaları, hatta anayasayı dahi değiştirir ve düzenlerken, yine Anayasa’nın 153. maddesinin açık hükmüyle kanun yapma yetkisi olmayan ve hatta önüne gelen kanun ve kararnâmeleri “kabul” ya da “iptal” ederken “kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyen” Anayasa Mahkemesi ve yargıçların onayını alması gibi bir garabeti şart kılmakta…
Böyle bir ucûbe olur mu; ve bu demokratik bir ülkeye yakışır mı?
07.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|