Dışişleri Bakanı Babacan’ın Avrupa Parlamentosu Dışilişkiler Komisyonunda yaptığı konuşma, çetrefilli çarpıtmalara teşne. Bu yüzden üzerinde bir dizi spekülasyon yapılıyor.
Doğru, Türkiye’de “dinî azınlıklar”ın da bazı “sorunları” var; lâkın Müslüman çoğunluğun “dinî özgürlükler”le ilgili sorunları daha fazla. Bunu Türkiye’deki gayr-ı müslimlerin dinî temsilcileri de belirtiyorlar. Neticede hangi farklı “konteks” içinde söylenirse söylensin, Türkiye’de Müslüman halkın “dinî özgürlükleri sorunu”nun olduğu, bizzat Dışişleri Bakanınca da deklâre edilmiş oluyor. Başbakan Erdoğan’ın, Babacan’ın “gayr-ı müslimlerin dinî özgürlük sorunları”nı delil olarak gösterdiği “Müslüman vatandaşların özgürlüklerinin kısıtlanması”nı onaylaması da bunu gösteriyor. Lâkin Başbakan’ın bu “sorunları,” Diyanet’e havale edip işin içinden sıyrılmaya çalışması, bir başka tartışmayı başlattı.
Şimdi herkes bu “sorunları” tartışıyor; ve bazıları “bu ülkede camilerin açık olduğu”ndan başlayarak, “hangi dinî özgürlükler?” sorusunu soruyor…
“CAMİLERİN AÇIK OLMASI” YETERLİ Mİ?
Doğru, tek parti döneminde yıkılmaktan kurtulan camiler açık. Vatandaşların yaptırdığı camilere Diyanet imam da tayin etmiş. Ancak, yüzde doksandokuzu Müslüman olan bir ülkede “camiler açık ya!” savunmasının pek de yeterli olmadığını bunu ileri sürenler de biliyor…
Bugün 80 bin cami görevlisi olsa da, hâlen binlerce caminin “din görevlisi” olmadığını ve en az 15 bin imam ve müezzine ihtiyaç duyulduğunu Diyanet açıklıyor. Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Aydın’ın geçen yıl, son beş yıl içinde bunca ihtiyaca karşılık Diyanet’e bir tek kadro vermedikleri açıklaması, bunun bir diğer itirafı.
Kaldı ki Türkiye’de “Müslümanların dinî özgürlükleri sorunu,” camilerin eksik kadrolarıyla da kalmıyor. Bu camilerde merkezden gönderilen metinlerin dışına çıkanlar muaheze ediliyor. Vaaz ve hutbelerinde tesettürün “dinî vecîbe” oluşunu, “faizin haram kılındığı”nı, “piyango,” “kumar” ve “müstehcenliğin” günâh olduğunu anlatan “din görevlileri” sık sık sık “soruşturmalar”a tabi tutuluyor.
Dinden bîbehre ağızlar, televizyonlarda “laiklik” bahanesiyle, “irtica” suçlamasıyla saldırıyor; en bâriz dinî vecîbeler hakkında ahkâm kesiyorlar. Önüne gelen dinî konularda “fetva” verdiyor; her Kurban Bayramı öncesinde “kurban”ın gerekliliği gibi tamamen dinî bir vecîbenin gerekliliğinin tartışılması gibi… Ne var ki başta devletin “din işleri”yle yetkili anayasal kurumu Diyanet olmak üzere, hiç kimse çıkıp doğru dürüst cevap vermiyor.
Aslında Müslümanların “dinî özgürlükleri”nin başında başörtüsü geliyor. En son Diyanet’in iki fetvasıyla, Müslüman kadınların başlarını örtmesinin Kitap (Kur’ân), Sünnet (Peygamberimizin buyrukları, yaşayışı) ve İslâm âlimlerinin ittifakıyla “Allah’ın emri ve dinî bir gerek” olduğu ortada iken, üniversitelerde ve kamu kurumlarında yasaklanması, bunun açık örneği…
BİR DİZİ “DİNÎ ÖZGÜRLÜK SORUNU” VAR…
Dinin gereği olarak sırf başı örtülü olduğu için, öğrencilerin hak kazandığı üniversitelerde eğitim hakkından mahrum edilmesi, kadınların kamu kurumlarında çalışmaktan menedilmesi, Müslümanlara getirilen bir dinî özgürlük kısıtlaması. Dinin gereğini yerine getirdiği için vatandaşların en insanî temel hak ve hürriyetlerinden mahrum edilmesi, “dinî özgürlük sorunu” değil mi?
Ya da imam hatip lisesi mezunlarının katsayı mağduriyetiyle haksızlığa uğratılması, bir “eğitim” ve “dinî özgürlük sorunu” değil mi?
Veya anayasa gereği devletin din eğitimi ve öğretimi görevini doğru dürüst yerine getirmemesi, “zorunlu” din öğretiminin “resmî ideoloji”yle “laikliğe göre” verilmesi, din derslerinin sürekli çekiştirilip “din kültürü” perdesinde Budizm’den Şintoizme uzanan bir dizi İslâm dışı “batıl inanışlar”la müfredatın içinin boşaltılması, Türkiye’de Müslümanların “dinî özgürlük sorunu” değil mi? Keza eşi başörtülü olduğu için subay ve astsubayların hayatlarını verdikleri mesleklerinden YAŞ kararlarıyla yargısız ihraçları, bir “dinî özgürlük sorunu” değil mi?
En vahimi, bu ülkede çocukların dininin temel kitabı Kur’ân-ı Kerimi okumasının yaşla sınırlanması; opera, dans, müzik kursları için hiçbir yaş şartı aranmazken, Diyanet’in denetimindeki Kur’ân kurslarında ve camilerde Müslüman çocuğun Kur’ân öğrenimine “yaş yasağı” getirilmesi, “dinî özgürlük sorunu” değil mi?
Babacan bütün bunları düşünerek mi konuştu; bilmeyiz. Ancak demokratik irâde zâfiyetinden kaynaklanan Müslümanların dinî özgürlüklerine dair sorunlarının giderilmesi de yine en başta siyasî iktidara düşmekte…
Zira iktidar, “şikâyet makamı”, hele yabancı mahfillerde “yakınma yeri” değil; sorunları çözme ve millet irâdesini hâkim kılma sorumluluğudur. Zira millet, “sorunları” saymak için değil, çözmek için oy verdi…
04.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|