Lûgatımızda karamsarlığa yer yok. Ye'sin, ümitsizliğin semtinden geçmeyiz. Hayatın bin bir zahmet ve meşakkatine mâruz kalsak, yine de yılgınlığa, bezginliğe düşmeyiz. İlâhî rahmetten ümidimizi asla ve kat'a kesmeyiz, kesemeyiz.
İmanımız, itikadımız bunu gerektiriyor; "şevk–i mutlak" düstûrumuz da böyle olmamız gerektiğini ders veriyor.
Ancak, bütün bunlar mevcut sıkıntıları ve muhtemel daralmaları görmezden, duymazdan gelmemizi gerektirmiyor.
O halde, mevcut ve muhtemel sıkıntılara şöyle bir nazar gezdirmekte fayda var.
Mevcut manzara, ne yazık ki hiç de iç açıcı değil. Rahmet muslukları kısılmış, adeta kapanmış gibi. Bir türlü açılmıyor.
Sıkıntı çok yönlü. Üstelik umumî. Bu da, bir umumî hatanın işlenmiş olabileceğini hatıra getiriyor. Oturup bir murakabede, bir muhasebede bulunmak lâzım.
İşte görüyorsunuz... Şiddetli kuraklık ve yağmursuzluk, ülkenin birçok bölgesini adeta kasıp kavuruyor. Göç başladı, katar katar oldu. Lâkin, tutup nereye gidilecek? Her yerde ayrı bir sıkıntı.
Bir gün evvel hükümet sözcüsünün ağzından şehirlerin susuzluk raporunu dinledik. Hayret ki, "yakın vâde grubu"nun içinde Erzurum da zikredildi.
O Erzurum ki, etrafı çepeçevre dağ ve yayla... Geçtiğimiz Nisan ayının ortalarında oradaydık ve lapa lapa kar yağışına şahit olduk. O tarihte bile Palandöken Dağı'nda kayak yapılabiliyordu... Buna rağmen, yine de Erzurum'un bir "su sorunu" varsa, artık varın gerisini siz kıyaslayın...
Susuzluk, kuraklık ve umumî yağmursuzluk, elbette ki boşuna haller değildir. Bunun mutlaka maddî ve manevî sebepleri var diye düşünmekteyiz.
Kaldı ki, genel sıkıntı bununla da sınırlı değil. Evvelki senelerde ürkütücü boyutta görülen "kuş gribi"nin yerini, şimdi de "kene kàbusu" aldı. Bu dehşetli belânın, sadece üç–beş civarındaki Anadolu vilâyetiyle sınırlı olmadığı anlaşılıyor. İstanbul'da tesbit edilen şikâylerin adedi bile şu an yüzlerle ifade ediliyor. Dolayısıyla, kuş gribinde yapıldığı gibi bunda karantina uygulaması da mümkün görünmüyor.
Sıkıntının bir de siyaset ve ekonomi boyutu var ki, bu da toplum ekseriyetini canından bezdirecek raddeye vardı. Siyasî belirsizlik bitmek bilmiyor. Enflasyonun ateşi bir türlü düşürülemiyor. İşsizlik ordusunun önüne geçilemiyor. Soygun ve hırsızlık çeteleri de bundan besleniyor.
Kezâ, enflasyon ve büyüme oranına dair açıklanan resmî rakamlar da artık vatandaşa güven vermiyor. Zira, yaşadığı hayatı başka, açıklanan rakamları başka türlü görüyor.
Çok küçük bir azınlık, bir yolunu bularak para trafiğinin can damarını tutmuş görünüyor. Kene gibi, vampir gibi yapışmış kanını emiyor.
Buna mukabil, vatandaş ekseriyeti sabit ve zarurî giderleri dahi zor karşılıyor.
Bir umumî hatanın neticesi gibi görünen bu cezaî sıkıntıların hakkımızda keffaret hükmüne geçmesini ve bir umumî mükâfatın kapısını aralamasını Rahmet–i İlâhîye'den–duâ ve niyaz ile–bekliyoruz.
Tarihin yorumu : 4 Haziran 1930
Türk Tarih Kurumu ve ilk başkanı
Türk Ocaklarının 28 Nisan 1930'da Ankara'da yapılan VI. Kurultayında iki önemli karar alındı.
1) Türk Ocakları Merkezi kendini fesh edip CHP'ye katılacak.
2) Kendi bünyesi içinden bir Türk Tarihi Tetkik Heyeti (TTTH) teşkil edilerek, bunun resmî bir cemiyet olması sağlanacak.
Bu her iki karar da aynen uygulandı.
Türk Ocakları tamamiyle CHP'leşti ve 16 kişiden oluşan bir TTTH kuruldu.
M. Kemal'in direktifi ile ve himayeleri altında teşkil olunan bu heyet, ilk toplantısını 4 Haziran 1930'da yaptı.
Alınan karar gereği, heyetin fahrî başkanlığını Maarif Bakanı yapması gerekiyordu. Bu sebeple,, heyetin ilk toplantısına H. Suphi Tanrıöver başkanlık yaptı.
Heyetin resmî başkanlığına ise, 1924'ten beri M. Kemal'in hizmetinde (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) bulunan M. Tevfik Bıyıklıoğlu getirildi.
Sadece bir yıl süreyle (1928'de) Moskova Büyükelçiliği de yapan aynı Bıyıklıoğlu, 12 Nisan 1931'de kurulan ve yine 16 kişiden oluşan Türk Tarihi Tekik Cemiyeti (TTTC) başkanlığına getirildi.
Yaklaşık bir yıl kadar bu makamda kalan Bıyıklıoğlu, yerini resmî yardımcısı olan koyu Türkçü Akçuralı Yusuf'a bıraktı. Kendisi de, yıllar yılı sürüp gidecek olan "Devrim tarihi hocalığı" görevine başladı.
Bu cemiyetin resmî adı 1935'te Türk Tarih Kurumu şeklinde değiştirildi.
* * *
Bu konuyu enine boyuna araştırmaya koyulurken, hayret ettiğimiz bir durumla karşılaştık. Türk Tarih Kurumu ve Kültür Bakanlığı yayınları dahil, hiçbir yerde ve hiçbir kaynakta cemiyetin ilk başkanı olan Tevfik Bıyıkoğlu hakkında detaylı ve tatminkâr bilgilere ulaşamadık. Özellikle de hayatının ilk devresi hakkındaki bilgilere...
Evet, doğum tarihi 1889 şeklinde kayıtlara geçen Bıyıklıoğlu'nun nerede doğduğu, aslen kim veya kimlerden olduğu ve hangi mekteplerde okuyarak Harp Okuluna geçtiğine dair hemen hiçbir bilgiye rastlayamayadık.
Onun biyografisi hakkındaki bilgiler, söz konusu kaynaklarda aynen şu ifadelerle yer alıyor: "Tevfik Byıklıoğlu, Harp Okulundan topçu subayı olarak mezun olduktan sonra Erkân–ı Harbiyeyi bitirerek orduya katıldı. Anafartalar'da M. Kemal'in emrinde yer aldı. Kurtuluş Savaşında Batı Cephesi'nde bulundu. Lozan Konferansı'na katılan heyette askerî danışman olarak görev aldı. 1924'te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine getirildi. 1930'da Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin ilk başkanı oldu. 1932'den sonra Genelkurmay Harp Tarihi Dairesinde, harp tarihi uzmanı olarak çalıştı ve okullarda devrim tarihi dersleri verdi."
04.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|