El Cezire’de “el Hayatu ve’ş Şeria” programında ‘Kadın ve fitne’ konulu oturumda Osman Osman ile Yusuf Karadavi’yi dinledim. Çok isabetli şeyler söyledi. Progamın sonlarına doğru İslâm dünyasındaki en yetkin Siyonizm uzmanı Prof. Abdulvehhab el Mesiri telefonla katıldı. Soldan dönme bu zat bizdeki İsmet Özeller gibi daha sonra kozasını örerek fildişi kulelere çıkmadı ve asıl ürünlerini ve mahsulatını İslâmî hayata geçtikten sonra verdi. Bizde ise ya dönenlerin bizzat kendileri ya da camia onları yozlaştırıyor. Üretmek yerine tüketmeyi yeğliyorlar ve sonunda kendilerini de tüketiyorlar. Burada Mesiri çok önemli sözler söyledi. Gerçi bunlar malum şeyler ama malumu i’lam etse de; bunları bir kez daha vurgulamakta yarar var. Dedi ki; cinselliğin sevgiyle, aşkla, evlilikle (kurumsal ve meşru beraberlik) ve dahi üreme ve tenasül veya çoğalma ile bağları koptu ve alâkası kesildi. Veya başka bir ifade ile doğurganlıkla ilişkisi kesildi. Bundan dolayı Başbakan’ın ‘üç çocuk isterim’ sözleri’ bu kadar yaban ve yavan geliyor millete. Bundan dolayı olsa gerek Doğu Kudüs’te Yahudilerin Müslümanlara nazaran doğurganlık nispetleri ve oranları artmış. Dünya nüfusu günümüz itibarıyla gerçekten de çok sıkışmış durumda. İnsanlık ilk defa topyekün veya ontolojik bir fena ve yıkımla karşı karşıya. Nüfus artışı ve sanayileşme ile birlikte tabii kaynakları tüketmek veya daha doğrusu hovardaca kullanmak böyle bir neticeyi beraberinde getirebileceği gibi nüfusun muayyen bir sınırda durmasından sonra hedonizm ve inançsızlık ekseninde çok kısa bir zaman içinde insanlığın gerilemesi ve insan soyunun son süratla tükenmesi de muhtemel. Her iki hâlde de bıçak sırtı ve kritik bir durumdayız. İnsanlık hiç böylesine kritik bir duruma düşmemişti. Belki ilerlemesi yıkımını getirebileceği gibi gerilemesi de yıkımını beraberinde getirebilir. Özellikle seküleristler musap oldukları hedonizm illeti nedeniyle kendilerinden ve kendi nesillerinden başka hiçbir şey düşünmüyorlar. İnsan soyunun geleceği onları zerre kadar ilgilendirmiyor. İlgilendirse nefisleri kadar insanlıkla da ilgilenirler ve biraz fedakârlık kültürünü geliştirmeye ve yaymaya çalışırlar. Aksi takdirde, en azından başbakanın sözlerine bu şeklde ‘ne diyor?’ diye kulak kabartırlardı. En azından analiz ederler ve ona göre reddetseler de makul bir karşılık verirlerdi. Ne gezer...
***
Geçtiğimiz günlerde tartışma konusu zina ile flört münasebetiydi. Kimilerine göre zihinle veya kalple organlarımız arasında hiçbir bağlantı bulunmuyordu. Bundan dolayı zina dediğiniz şey gözlerle başlamaz. Eski türkülerde bile ‘gözünde göz izi var yarim’ ifadelerine rastlamaktayız. Bir defasında Süleyman Ateş’in de ifade ettiği gibi sadece fiziğin değil ruhun da DNA’ları var. Ve günah bu anlamda ruhu karartıyor ve ruhta rahneler açıyor. Ruhun veya manevî organların da titreşimleri kaydediliyor. Telekulak skandalında olduğu gibi insanların konuşmaları nasıl kaydediliyorsa aynı şekilde insanların duyguları da kayediliyor. Bundan dolayı hadiste ‘men hemme bihasenetin’ denilmiştir. Yani insanın içinden bir güzellik yapmayı geçirdiği anda bunlar kayda geçiyor. Kötülük geçirdiğinde ise bunu fiiliyata dökmediği müddetçe Cenab-ı Hak onu kayıt altına almıyor. Karadavi’nin hatırlattığı gibi Kur’ân-ı Kerim müeddi yani taşıyıcı olmasından dolayı gözleri sakınmaktan bahsediyor. Yine bir türkü sözünde olduğu gibi, gözler kalbin aynasıdır. Gözle ve hatta sesle başlayan temas kalbe iniyor ve kalp başka organları tetikliyor. İnsan bütün bu aşamaları geçtikten sonra sistematik bir şekilde yoluna devam ediyorsa günahın tuzağına düşüyor, zehirli iklimine giriyor. Hazreti Ömer döneminde bir suçluyu huzura getirmişler ve had cezası uygulanması gerekiyormuş. Adam yalvarmış ve demiş ki: “Bu benim ilk suçum ne olur affedin…” Bunun üzerine Hazreti Ömer şöyle söylemiş: “Kimbilir adaletin pençesine düşünceye kadar kaç kere Allah’ın affından geçmişsindir..” Yani insan ilk hamlesinde günaha veya adalete yakalanmaz. İtiyad ettikten sonra artık onu şefkat tokatına çarptırır ve kendisinin selahı ve toplumun ıslahı için cezaya çarptırılır. Bu ceza artık kaçınılmazdır. Toplumun düzeni buna bağlıdır.
***
Gerçekten de Mesiri’nin söylediği aynen tahakkuk etmiş bulunuyor. Cinsellik bizatihi gaye haline geliyor. O naktada yozlaşma başlıyor. Ondan sonra insanın cinsellik metabolizması felç oluyor ve bozuluyor. Doz arttıkça normallik kesmemeye başlıyor. O da normallik vasfını kaybediyo ve fıtratına yabancılaşıyor. Fıtratı dönüşüyor. Ve gayri fıtri yollar aramaya başlıyor. Maksadının aksiyle tokat yiyor. Cinsellik çoğalmanın, aşkın bir aracı iken, imanın gözlere inmesi gibi aşk ve duygu ölüyor ve insanlıktan hayvanlığa intikal ediliyor ve ulvî duygular kayboluyor veya indirgeme ile organların sahasına iniyor ve insan böylece fıtratı dışına çıkıyor. Bu mücerrep bir gerçektir. Sözgelimi Ayşe Arman ‘Pardon Nasıl Yardımcı Olabilirim’ romanının yazarı Frederic Beigbeider ile görüşmüş. Nataşa uzmanı olan bu yazar, bakın Batı ve özellikle Avrupa kadınının geldiği noktayı ve maksadının aksiyle tokat yemesini nasıl analiz ediyor: “Avrupa’da feminizm, feminiteyi öldürdü…” Yani cinsellik gerçekte cinsel hayatı öldürdüğü gibi kadıncılık da kadını öldürmüştür. Belki dolaylı olarak erkeği de öldürmüştür. Demek ki; ahirzamanda kadınlarla ilgili Deccalizmin avanesi olma durumu noktasında yapılan uyarının hikmeti de bu olmalıdır. Feminizm bu anlamda kadını tabiatına yani fıtratına yabancılaştırmıştır. Feminizm bir yabancılaşma hareketidir.
Kısaca, feminizm kadını öldürmüştür. Beigbeider, Fransız kadınlarının artık iş kadınları gibi giyindiklerini yani erkekleştiklerini söylemektedir. Kadim hikmet bu konuda bize şöyle der: Bir şey haddini aşarsa zıddına inkılap eder. Tersine döner. Böyle olmadı mı? Uzağa gitmeye lüzum yok Türkiye’deki tablo da budur. Kadın heryerde ama tabii yerinde değil. Anneliği ve evkadınlığını ve eş olmayı zül addediyor. Es geçiyor. Peki mutlu oluyor mu? Araştırmaya değer... Mey içki CEO’su Galip Yorgancıoğlu ‘Kadınlar artık kendilerine daha çok güveniyorlar. İş dünyasında başarıları artıyor. Aynı oranda da iş kadınları arasında içki içenlerin sayısı artıyor…” diyor. Adeta Beigbeider’in kadınlarla ilgili tespitini tasdik ediyor. Her şeyin aşırısı önce kendisine zarar verir. Bundan dolayı eskiler: Keskin sirke küpüne zarar demişlerdir. Bundan dolayı hayatta en güzel şey denge ve itidali yakalamaktır. İslâm ve onun sıfatı olan vasatiyet bunun adıdır. Allah kulunu daha iyi bildiğinden dolayı ona sosyal kurallar bütünü vazetmiş. Ama o hevâsının peşine ve burnunun dikine gitmiş. Üstelik bir de Yaradanına kafa tutmuş. Bu bağlamda zinanın bir nevi peşrevi olan gözlere ve gözleri sakınmaya dikkat çekiyor. Gözler kalbin avcısıdır. Kalp veya daha doğrusu nefis mağlup olduğunda organlar devreye girer. Kalp daha ziyade sevmenin nefis ise şehvetin yurdudur. Bundan dolayı İslâm önce gaddu basar yani gözleri sakınmakla emretmiş ve arkasından da hıfzu’l furuc denilen organların korunmasına intikal etmiştir. Birisi başlangıç diğeri sonuçtur. Ama flört taraftarlarına göre, göz ile nefis ve nefis ile organların ilişkisi kesiktir. Onlara göre flört yani göz ötesi masumdur. Ya ötesinin ötesi yani fiili zina durumu? Bugün artık onların örnek aldıkları dünyada zina da suç olmaktan çıkmıştır. Sanki sanırsınız ki flörte taraftarlar ama zinaya zinhar karşılar.
***
Türkiye’yi belki de bir biyolojik savaşın uzantısı olarak bir kene istilası veya afeti sardı. Karabük’teki gayur hocalarımızdan birisi kene afetinin zina afetinin ve yaygınlığının bir uzantısı veya sonucu olabileceğini söylemiş. 75 yaşındaki bir bayanın cenazesinde bunları söyleyince basın yine çarpıttı. Neredeyse Hoca Muharrem Tokgöz’ün zavallı merhume kadına iftira attığını ve zina isnat ettiğini söyleyeceklerdi. Öyle bir şey yok. Hoca sadece yaygınlaşan ve toplumlaşan suçların da cezaların umumî olabileceğini söylemiş. Orada bir hadis-i kudsi naklediyor: “Bir beldede veya toplumda zina yaygınlaşırsa o toplumları ismi bilinmedik hastalıklara müptela ederim…”
Yani hocaefendi ahlaken hijyenik olan toplumların bu türlü afetlere karşı muhassan yani daha ziyade korunmuş olacaklarını söyledi. Bu hocanın bir suçlaması değil cemaate, keneye karşı tedbirli oldukları gibi zinaya karşı da tedbirli olmaları tavsiyesiydi. İmam efendi kene üzerinden zina konusunda uyarıda bulunduğu için kötü mü etti? Hiç sanmıyoruz. Göz ile kalp ve onun ötesinde organ arasındaki ilişki gibi kene ile zina arasında da manevî anlamda kelebek etkisi gibi bir etki ve ilişki pekâla mevzubahis olabilir.
Karadavi’nin ‘fitne ve kadın’ programında dikkatimi çeken bir husus oldu. Mutlak ihtilattan men’e taraftar olmadığını ve bunun Müslümanların inhitat devirlerinin bir ürünü olduğunu söyledi. Bazen ihtilattan men’i, sakınmanın mahallinde ve yerinde kullandıklarını söyledi. Gözden ve zinadan sakınmanın doğru olduğunu ama seddi zerai babından kadın ve erkekleri zinaya düşme kaygısıyla ihtilattan men etmenin doğru olmadığını savundu. Tabii burası ince ayar bir mesele.
04.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|