Ahmet Raysuni, Fas’ın ulema geleneğinin en son temsilcileinden birisidir. Osmanlı’da saltanat günlerinde huzur uleması diye bir gelenek vardı. Temayüz etmiş alimler özellikle Ramazanlarda otağı hümayunda padişaha müteveccihen dersler verirlerdi ve bu tarza huzur dersleri denirdi. Bilindiği gibi, huzur iki anlamda kullanılıyor. İtminan anlamında huzur veya sufilerin deyimiye huzur-u kalbi mecazi bir ifadedir. Fas’da da bizdekine benzer bir huzur dersleri geleneği vardır. Ahmet Raysuni de bu gelenek silekinde (halkalarında) dersler veren alimlerden birisidir. İhtisas alanı ‘makasıdu’ş şeria ve maslahat’ meselesidir. Bizde maalesef bu tarzda ihtisas ehli alimler yok denecek kadar azdır. Bizde dinî ilimler yerine daha ziyade din mühendisliği egemen hâle gelmiştir. Sözgelimi, İhsan Eliaçık maslahat adına Necmettin Tufi’yi öne çıkarmaktadır ki; o maslahatı mutlaklaştırıyor ve nasları izafileştiriyor. Dolayısıyla onun tarzıyla Nasr Hamid Ebu Zeyd ve benzerlerinin tarzı arasında hiçbir fark yoktur. Ahmet Raysuni ise müteşerri maslahatı benimseyen bir çizgidedir. ‘Makasıdu’ş şeria ve maslahat’ konusundaki tahlilleri de gayet tatmin edici düzeydedir. El Cezire’de Osman Osman’ın yapmış olduğu programda din ve maslahat ilişkisini dinledim. Raysuni konusuna gayet hakim ve muktedirdi. Bazı yazılarını okusam da ilk defa bir kanalda kendisini sanal olarak da olsa vicahen dinleme imkânı ve fırsatı buldum. İbni Hazm’ın ‘meratibu’l icma’ kitabında kastettiğine benzer bir şekilde Raysuni de maslahatın meratibi olduğuna temas ediyor. En yüksek maslahat şariinin tarif ve tahsis ettiği maslahattır. Diğerleri ise tali maslahattır.
***
Maslahatın tayininin tek kademeli olmadığını ulema ile ehli zikr yani ihtisas ehlinin ortak zemininde tayin edilmesinin daha isabetli olacağını kaydetmiştir. Sözgelimi şer’i ve ulvi maslahatlardan birisi içki yasağıdır. Kur’ân-ı Kerim içkinin bazı faydaları olduğuna temas eder ama zararının daha büyük olduğunu ve bundan dolayı da tahrim edilmesi gerektiğini vazeder. Tedricilikle ama kararlılıkla bu maslahat-ı şer’i meriyete sokulmuştur. Dolayısıyla kimse içkide bazı faydalar var diyerek onu helâl addedemez. Turizm sektörüyle ilgili de benzeri bir suâl soruldu. Sözgelimi içki serbestisinin durumu soruldu. Raysuni de: “O zaman turist promosyonu olarak uyuşturucuya da geçit vermek gerekir. Her türlü menhiyatı teşvik etmek lâzım o zaman ülkelerimiz fesadın kıblesi olmaz mı?” diye sordu. Buradaki maslahatçılık aslında Burgiba tarzı bir maslahatçılığı akla getirmektedir. Sözgelimi, Fransa’nın boykot etmesinden dolayı Tunus’un içkileri mahzenlerde kalınca millî ekonomiyi desteklemek babından Burgiba müskiratın içilmesinin lüzumuna kail olmuş idi. Keza hem Burgiba hem de Hasan Bakuri yine ağır işlerde çalışan insanların millî ekonomiye katkıları dolayısıyla orucu askıya alabileceklerini vazetmişlerdi. Bundan dolayı Ahmet Raysuni maslahatın üç nev’i ve çeşidi bulunduğunu ifade etmiştir. Mesalih-i mürsele, mesalih-i mutebere ve mesalih-i mülgat. Yani muaddil ve musahhih olarak İslâm hukuku önceki şeriatlardaki bazı maslahatları kaldırmıştır. Bazı yasakları kaldırdığı gibi maslahat nevinden bazı ruhsatlara da son vermiştir. Raysuni makasat-ı külliyeyi üçe ayırmaktadır. Dinin, nefsin ve malın korunması. Aklın, neslin korunması gibi hususları nefsin korunması bağlamında tali unsurlar olarak görmektedir. Haksız da sayılmaz. İslâm gerçekten de mal emniyetine yani özel mülkiyete çok önem vermiştir. Bununla birlikte zaman zaman İslâm tarihinde özel mülkiyet hakları sultanlar tarafından ihlâl edilmiş ve sahipleri zulme maruz bırakılmıştır. Keza bazen aieleler de akıllı çocukları yerine -haceten fi enfusihim/kendi arzuları istikametinde- mallarını akılsız ve sefih çocuklarının tasarrufuna bırakmışlardır. Halbuki Hanefiler hariç diğer mezhepler bu tarz sefihlere kendi mallarının bile teslim edilmeyeceğini ancak vasi üzerinden mallarında tasarruf hakkını kullanabileceklerini öngörmektedirler. Kur’ân açık bir şekilde ‘akılsızlara mallarınızı teslim etmeyin’ buyuruyor. Bu ayet ışığında, İslâm hukukunun mal emniyetine ne kadar önem verdiğini anlaşılmaktadır.
***
Naslar ile maslahat çatıştığında ne yapmalıyız? Ahmet Raysuni haklı olarak akıl ile nas çatışmayacağı gibi maslahat ile nasın da çatışmayacağını ortaya koymuştur. Her şer’i kuralın veya nassın mutlaka bir maslahat bağlantısı vardır. Hanbelilerden İbni Akil: “Maslahat nerede ise şeriat oradadır’ diye özetlenen bir görüşü seslendirmiştir. İbni’l Kayyım da ‘adalet nerede ise şeriat oradadır’ demiştir. Bu anlamda en büyük maslahat aslında adalettir. Maslahat meratibindeki çatışmada öncelikler gözetilir. İcma, maslahat ve bilgi konularında hep meratip vardır. Üst bilgi hikmettir. Üst maslahat maslahat-ı şer’idir. Üst icma sükutî değil kavlî icmasıdır. Bu anlamda maslahatta çatışma olduğunda öncelik dinin korunması ikincisinde nefsin ve sonuncusunda da malın korunmasıdır. Bizde, ‘mal canın yongasıdır’ denmiştir ama tercihte elbetteki mal candan sonra gelir. Ahmet Raysuni maslahat meselesinin sadece muamelatta geçerli olduğunu ibadat alanına sirayet edemeyeceğini söylemiştir. İbadetler tevkifî bir alandır. Dolayısıyla ibadetlerin ahkâmı sabittir ve değişmez. Bununla birlikte, Hazreti Ömer’in teravih namazını cemaatle kıldırması veya Hazreti Osman’ın cumada ikinci defa ezan okutması sorulduğunda şunu söyledi: Aslında Hazreti Ömer bu uygulamasıyla Peygamberimizin yaptığı ama daha sonra tatil ettiği uygulamaya geri dönmüştür. Mut’a yasağında olduğu gibi... Dolayısıyla burda bid’i bir durum sözkonusu değildir. Zaten biz de hulefa-i raşidin’in sünnetine ittiba etmekle mükellefiz. Maslahatların zaman zaman gözden geçirilmesi gerektiğini de söyleyen Raysuni cumhuru ulemanın da geçmiş dönemlerdeki hükümlerinin zaman zaman gözden ğeçirilebilineceğini kaydetmiştir. Bu hususta Taha Cabir Alvani gibiler de aynı düşünüyorlar. Bu hususta siyaset-i şer’iyyede maslahat meselesi soruldu. Sözgelimi siyaseten katlin caiz olup olmadığı sorulduğunda; Raysuni katlin doğru olmadığını ama Hazreti Ali’nin yaptığı gibi bağilere karşı kıtal ve mukatele yapılabilineceğini söyledi. Buna dair çarpıcı misallerden birisi de Zenbilli Ali Efendi’nin ipek tüccarlarını katletmek isteyen Yavuz’u durdurmasıdır. Fas Kralı İkinci Hasan da kimi Maliki ulemasına atfen raiyyenin üçte ikisinin maslahatı için üçte birinin öldürülebilineceğine dair bir fetva aktarmıştı. Halbuki gerek Muhammed Abduh ve gerekse bazı Maliki ulemasından tam tersi hükümler de aktarılmıştır. 99 kişiyi kurtarmak için bir kişinin dahi feda edilemeyeceği gibi... Abdusselam Yasin Kral Hasan’ın sözkonusu fetvasını, İslâm veya Tufan adlı kitabında, ‘cehennemî bir fetva’ olarak nitelendirmişti. (El İslâm evi’t Tufan, s: 18).
27.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|