Bediüzzaman Hazretleri Tesettür Risâlesinin Birinci Hikmetinde kadınların bireysel anlamda tesettürü tercih etmelerinin “eziyet çekmemeleri” için uygun olacağını ifade eder.
Tesettür Risâlesinin İkinci Hikmetinde ise evliliğe hazırlık aşamasında ve evlilik kurumu içinde eşlerin birbirlerine bakış açılarının olması gereken çerçevesini çizer.
İkinci Hikmeti tek cümle ile özetlemek gerekirse “Evlilik hayatının hayatı imandır” demek mümkündür.
İkinci Hikmet şu cümlelerle başlar:
“Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır”
SEFİH MEDENİYET VE EŞLER ARASI İLETİŞİM
Günümüzde en çok revaçta olan konulardan biridir iletişim. İletişim teknolojilerinin alabildiğine geliştiği günümüz şartlarında kişinin kendi iç dünyası ile ya da çevresi ile iletişim eksikliğinin en büyük problemlerden bir tanesi olması sefih medeniyetin cilvelerindendir.
Sefih medeniyet insanı bireyselleştirir, nefsânî tutkularından ördüğü hapishane içinde adeta hayvânî duygularının esiri eder. Bu yönüyle aile kurumunun bütünlüğünü de tehdit eder. Hz. Âdem ve Havva’dan beri dünyanın en eski müessesesi olan aile birlikteliğinin günümüzde öldürücü darbeler alması bu yüzdendir. Sefih medeniyet hazcıdır, menfaat ve lezzeti ön plana alır, kadını bir “âlet-i hevesât” olarak değerlendirir. Erkek eşi dahi olsa, menfaati tükenip işi bitince kadını adeta kullanılmış bir kâğıt peçete gibi buruşturup, bir kenara fırlatır. Aile içi şiddet, eşlerin birbirini aldatması, boşanmalardaki daimî artış… Hep bu sefih medeniyetin kadın ve erkeğe çizdiği rol yüzündendir. Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri yıpranan kadın erkek ilişkilerinin ve evlilik kurumunun ibretli haberleriyle doludur.
(Bu yazı dizimizde sıklıkla kullandığımız ‘sefih medeniyet’ tâbirinin Risâle-i Nur’larda ne anlamda kullanıldığı konusunda tavsiye edebileceğimiz pek çok yer var. Bunlardan ilk aklımıza geleni Risâle-i Nur Külliyatı içinde yer alan Lem’alar kitabının 17. Lem’a’sının Beşinci Nota’sı. Medeniyeti dinsiz felsefe (dine tâbî olanı hariç tutarak) ve nübüvvet düsturları çerçevesinde değerlendiren Bediüzzaman Hazretleri, İsevîlikten aldığı hakikatlerle sosyal yaşantıya faydalı olan san'atları, adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleriyle Avrupa medeniyeti taraftarıdır. İnsanlığı sefahet ve dalâlete sevk eden bozulmuş Avrupa medeniyetine ise “sefih” tabirini kullanmayı tercih eder. Ve eserlerinin bütünlüğü içinde sefih medeniyetin felsefî temellerini hedef alarak tenkit eder. Avrupa medeniyetini “toptan” tenkit etmez. Birinci Avrupa ve İkinci Avrupa diye ayırır.)
DÜNYADAKİ CENNET: AİLE HAYATI
Evlilik kurumu imânî bakış açısıyla analiz edildiğinde ortaya çıkan tablo şudur: Kadın ve erkek, geçici güzelliklerden ziyade günahlardan korunmak, imanlarını muhafaza edip geliştirmek için evliliği tercih etmelidirler. Evlilik kurumu bu anlamda çekirdeği dünyada atılan, meyveleri ebedî âlemlerde dahi toplanacak olan bir beraberliktir.
Nikâh bu çerçevede eşlerin birbirlerine ve Rablerine verdikleri bir sözdür. Sözleşmedir, bağdır, akittir, sorumluluktur, mes’uliyettir. Sefih medenîlerin günümüzde sıklıkla ifade ettiği “Beraberliğimiz için imzaya gerek yok!” sözünden öte anlamlar taşır.
(Bediüzzaman Hazretleri kadınları evliliğe karar verme noktasında “Cinsellik, ekonomik güvence ve çocuk sahibi olmak için evlenilmez” diyerek ikaz eder: Allah’a imandan gelen “ebedî hayat arkadaşlığı” tavrı asıl olandır. Geçen haftaki yazımızda “Hanımlar Rehberi” ışığında bu konu üzerinde genişçe durmuştuk.)
EŞİM EN İYİ ARKADAŞIMDIR
İkinci Hikmetin kadınlara hitap eden bir sonraki bölümü şöyledir:
“Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-ı hayattır; elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı başkasının nazarını kendi mehasinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası sırr-ı imana binaen onun ile alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehasinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi mukteza-i insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.”
Bütün arkadaşlıklarda dostumuzu darıltmamak, kıskandırmamak asıldır. Bu arkadaşımız eğer ebedî dostumuz eşimizse, daha da özen ister.
Kadın için eşinden başkasının nazarlarını çekecek, eşinden başkasına cazip görünecek güzelliklerini sergilemesi, teşhir etmesi ebedî arkadaşlık ve dostluk inancını zedeleyecek bir tavırdır. Bu konuda dikkatli olup imandan gelen “ebedî arkadaşlık-dostluk bağına” ihtimam göstermelidir. Kadın, güzelliklerini sadece eşinin nazarına “tahsis” etmeli, muhabbetini ona “hasretme”lidir. Bu davranış modelini benimsemek, imandan kaynaklandığı gibi, aynı zamanda insaniyetin de bir gereğidir. Aksi takdirde beraberlikte kadının ruh ve beden sağlığı içindeki kaybettikleri, kazandıklarından fazla olur. Madem ki mü’min olan kocası eşine olan ilgisini sadece hayvânî ve güzellik vaktine mahsus bir muhabbetle sınırlandırmamıştır. Madem ki, ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde de karısına ciddî saygı ve sevgisini taşımıştır. O halde kadın eşinin bu kuvvetli bağına mukabele etmeli, bütün güzelliklerini sadece eşine tahsis ve hasretmelidir.
Sefih medeniyet ise eşler arası bağı sadece dünya hayatı ile sınırlandırır. Kadın ihtiyarlayıp, çirkinleştiğinde, erkek menfaatlerini kaybettiğinde bu birliktelik resmiyette, kâğıt üzerinde devam etse de hakikatte duygusal anlamda bitmiştir. Sefih medeniyetin felsefî temellerinden beslenen romanlar, hikâyeler, tiyatrolar, şarkılar, sinemalar, klipler, diziler, videolar, gazeteler, dergilerde yıpranan aile bağlarının sayısız örneklerini görmek mümkündür.
Erkekler karısının güzelliklerini, başkalarının nazarına sunmasından hoşlanmaz. Küser, darılır, kıskanır… Erkek fıtratı eğer bozulmamışsa karısının güzelliklerini sadece ve sadece kendine teşhir etmesini ister. Kadın da güzelliklerini eşine göstermesi anlamında tesettürü tercih etmeli, açık saçıklıkla aile hayatını zehirlememelidir.
Hülâsa, “Ebedî hayat arkadaşlığı” kavramı Bediüzzaman Hazretlerinin İkinci Hikmet’te altını defalarca çizdiği kavramlardan bir tanesidir. Bediüzzaman, bu arkadaşlığı zedelemeyecek bir tavır olarak, kadınlara “ciddî hürmet ve muhabbet” duygularının gereği olan tesettürü tavsiye eder. Bu hususları nazara alarak eşlere bir tavsiyede daha bulunur: Küfüv.
KÜFÜV
Evliliğe karar verme aşamasında eşlerin birbirine münasip, denk olmalarına dikkat etmek gerekir. Dinimizde şer’an güzellik, zenginlik, asalet noktasından da öte dindarlık hususunda eşlerin birbirlerine denk olması önemlidir.
“Evlendikten sonra nasıl olsa eşimi yola getiririm!” tavrı kadın olsun erkek olsun eşler için her zaman riskli ve yıpratıcıdır. Başarma düzeyi de tartışılmaz derecede açıktır. İnsan kendi dünyasında en basit alışkanlıklarını bile değiştirebilmekten aciz durumdayken, nefsine söz geçiremezken eşini değiştirmeye kalkışması, hatta bunu düşünebilmesi ne derece gerçekçidir? “Onu değiştiririm!” kararlılığı sonu gelmez tartışmalara, kavgalara, didişmelere talip olmak değil midir?
O yüzden evlilik kurumu için dinî konulardaki denklik her zaman tavsiye edilmiştir. Peygamberimiz (asm) hâliyle, davranışlarıyla, tercihleriyle, sözleriyle her zaman mü’minlerin evlenmeye karar verirken denkliği nazara almalarını istemiştir. Aile içi eşlerle iletişim konusunda güzel ahlâktan kaynaklanan samimî hürmet, muhabbet ve merhameti tavsiye etmiştir.
Bu çerçevede bir kısım İslâm âlimlerinin “Karısına eziyet edeceği yakînen bilinen erkeklerle evlenmek haramdır” dediğini biliyor muydunuz?
Hatta hanımına zulüm ve cefa etmesi muhtemel olan kimseler için “evlenmek şer’an mekruhtur” hükmünü duymuş muydunuz?
Bu hükümler Bediüzzaman Hazretlerinin “insaniyet-i kübrâ” olarak değerlendirdiği İslâm dininin aile hukukuna ne derece ihtimam gösterdiğinin en bariz delilleri değil midir?
EŞLER BİRBİRİNİN DİYANETİNİ TAKLİT ETMELİ…
“Ne mutlu o kocaya ki, kadının diyanetine bakıp taklit eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.
“Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp ‘Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim’ diye takvaya girer.
“Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.
“Ne bedbahttır o kadın ki, muttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
“Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefâhetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar!”
Bediüzzaman Hazretlerinin, Kur’ân ve Peygamberimizin (asm) sünneti ışığında eşler arası iletişime dair çıkardığı esaslı-muhteşem bir formüldür bu. Asırlar geçse, zamanlar değişse de güncelliğinden hiçbir şey yitirmeyen köklü esaslara sahip, nurânî bir kılavuzdur bu satırlar.
Bediüzzaman Hazretleri, “Kadın olsun erkek olsun fark etmez, kim diyanette önde gidiyorsa, diğeri ona engel olmak bir yana, teşvik edip taklit etmesi gerekir” der bu satırlarla.
Eğer ebedî hayat arkadaşınızı, samimî dostunuzu küstürür, kıskandırırsanız, “ebedî olarak onu kaybedersiniz” diyerek bir hatırlatmada ve ikazda bulunur.
Şimdi dönün ve bakın yanınızdaki arkadaşınıza, onu ebedî olarak kaybetmeyi göze alıyor musunuz?
08.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|