Tam da Anayasa Mahkemesinin, üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakma amaçlı anayasa değişikliğini görüşmek üzere toplanacağı günlerde AİHM’in iki tesettürlü öğretmen tarafından açılan dâvâda red kararı verdiğinin açıklanması rastlantı olabilir mi?
Doğrusu, kestirmek zor. Tesettür başta olmak üzere İslâm şeairine karşı uluslararası çapta amansız kampanya yürütülen bir konjonktürde, böyle bir gelişmenin tesadüf olmadığını düşünmek de mümkün. Ama bu tür konularda zihnî irtibatlar kurulsa da, müşahhas delil gösterilemeyeceği için çene yormanın anlamı yok.
Peki, başörtüsü yasağıyla din özgürlüğünün ihlâl edildiği ve ayrımcılık yapıldığı iddiasını oybirliğiyle reddeden AİHM’in, mağdurların savunma haklarını kullanmalarına imkân vermeyen bir “usûl hatası” yaparak Danıştay'ın da âdil yargılanma hakkını ihlâl ettiğine yine oybirliğiyle karar vermesini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bir taraftan “Âdil yargılama yok” deniliyor, diğer taraftan bu hüküm neticeyi değiştirmiyor.
Demek ki, tesbit edilen usûl hatası, AİHM’e göre, konunun özünü değiştirecek nitelikte değil. Onun için bu hatayı tesbitle yetinip, başvuru sahiplerinin bütün taleplerini geri çeviriyor.
Tabiî, Türkiye’de burnundan kıl aldırmayan kurumlardan biri olarak Danıştay’ın “usûlî” de olsa hata yaptığının AİHM tarafından tesbit ve tescili, “karizma”yı çizmesi bakımından ilginç.
Ama sonucun değişmiyor olması, bu noktayı gözden kaçırtıyor. Yasağı din özgürlüğüne aykırı görmeyen ve ayrımcılık saymayan esas karar ise, AİHM’in başörtüsü konusunda oluşturduğu içtihadın iyiden iyiye pekiştiğini gösteriyor.
Mahkemenin önceki kararları da aynı yönde.
Bunlara bakılarak, AİHM’in özellikle öğretmenlere yönelik yasağı onaylayan tavrının sübut bulduğu söylenebilir. Ancak üniversite öğrencileri söz konusu olduğunda nihaî içtihadın teşekkül ettiğini düşünmek için henüz erken.
Evet, mahkeme Leylâ Şahin dâvâsında da yasağı onaylayan bir karar verdi. Ama bilindiği gibi, bu kararı alırken epeyce zorlandı. Bidayet dairesinin kararına karşı yapılan temyiz başvurusunu kabul etti ve o aşamada dâvâcı tarafın yanlış pozisyon almasının da olumsuz karar çıkmasında etkili olduğuna dair kuşkular mevcut.
Dolayısıyla, bilhassa eğitim özgürlüğünün ihlâli gerekçesine dayandırılacak başka bir başvuruda AİHM’den farklı karar çıkma ihtimali var.
İşin bir diğer önemli boyutunu da, bir dönem AİHM’de Türkiye’nin avukatlığını üstlenmiş olan rahmetli Prof. Dr. Aslan Gündüz, “RP hakkındaki kapatma kararının AİHM’de onaylanmasından sonra, Avrupa mahkemesine gelecek başörtüsü ve YAŞ’zede dâvâları zora girdi” diyerek ifade etmişti. Ve gelişmeler onu doğruladı
Neden? Çünkü Türkiye’deki bazı mâlûm çevreler gibi, onların irtibat halinde olduğu Avrupa mahfillerinde de bu konuları “dinci siyaset” iddiasıyla irtibatlandırıp ona göre değerlendiren bir anlayış şekillenmiş durumda. Yani, başörtülüler ve YAŞ’zedeler, bir taraftan laikçi-yasakçı zihniyetin mağduru olurken, aynı zamanda “din adına siyaset” iddiasının da narına yanıyorlar.
Merak edilmesi gereken bir başka husus, Leylâ Şahin dâvâsında Türkiye devleti adına başörtüsü yasağını savunup Şahin’in talebinin reddini isteyen AKP hükümetinin, AİHM’den çıkan son karar öncesinde nasıl bir tutum sergilediği.
Öte yandan, bu son kararı etekleri zil çalarak karşılayan mâlûm çevrelerin, yine AİHM’den sâdır olan ve hiç hoşlarına gitmeyen başka bazı kararları sıkıntı ve suskunlukla geçiştirerek ortaya koydukları çifte standart da ayrı bir bahis.
Yakınlardaki Kutlular kararında olduğu gibi...
Peki, AİHM başörtüsü için bu kararları verdi diye tesettürden vaz mı geçilecek? Asla. Tam tersine, daha büyük bir kararlılıkla, hukuk ve kamuoyu zemininde mücadeleye devam edilecek.
Yok sayılıp gasp edilen haklar alınıncaya dek.
05.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|