İslâm, tüm insanlığı kucaklayıcıdır. Hangi din veya ırktan olursa olsun tüm insanlarla birlik bağları kurar. Zira, insanlar arasındaki bağ, ırkçılık değil; “dinî, sınıfî ve vatanî”dir. Yani, aynı dinden olanlar kardeştirler. Aynı inancı paylaşmayıp, aynı vatanda yaşıyorlarsa, “vatanî” bağları birlik noktalarıdır. Aynı dinden değil ve aynı vatanda da yaşamıyorlarsa, aynı meslektenseler şayet, bu noktada dayanışma ve yardımlaşma içinde olabilirler.
Allah’ın Elçesi (asm), “Irkçılığa çağıranlar bizden değildir, ırkçılık için savaşanlar bizden değildir, ırkçılık için ölenler de bizden değildir”1 buyurur. Başka bir hadis-i şerîfte de, ırkçılığı zulüm ve haksızlıkta milletine yardım etme diye tarif eder.2 İnsanların kabîle, millet ve taifelere ayrılmasının temel sebebi, tanışmak ve yardımlaşmak olduğu beyan edilir.
Menfî milliyet, diğer adıyla ırkçılık, felsefenin gayr-ı meşrû çocuğudur. Bir Frenk illetidir. Fert ve toplumları ırkla bağlamaya çalışan bu anlayış, çarpışmalara, bölünmelere sebep olur. Birbirlerini yutmakla beslenen ırkçı parazitler, sonunda başkaları tarafından yutulmaktan kurtulamazlar.
“Milletin selâmeti için her şey fedâ edilir” şeklindeki zâlimce prensip, ırkçılığın yadigârıdır. “Devletin bekàsı için de her şey, hatta halkın hakları da fedâ edilir” prensibi de böyledir. Irkçılık “ene” ağacının acı meyvesidir. Zaten ırka, kafatasçılığa dayalı bir milliyetçilik boş ve kuru bir övgüden ibarettir.
Sosyal hayatın ihtiyacından doğan müsbet milliyete gelince, onun ruhunu İslâm, aklını ise Kur’ân ve îman teşkil eder. Din, milliyetin hayatı ve ruhudur. Müsbet milliyet yardımlaşma ve dayanışmaya, adâlet ve insanlığa sebeptir. Bu milliyet, Resûlullah’ın (asm) lisanında, “Sizin en hayırlınız, sınırı aşıp günaha girmemek şartıyla milletini, aşîretini müdafaa edenlerinizdir”3 şeklinde bir ifadesini bulur. Bu milliyet İslâmiyete hizmetkâr ve kale olur, onun yerine geçmez.
Müslümanlar, insanlara hiçbir zaman “ırk ve menfî milliyet” anlayışı ile yaklaşmazlar. Dolayısıyla sadece kendi dindaşlarını koruyup-gözetmemişler, kim olursa olsun hak sahibine hakkını vermeye çalışmışlardır.
Batıyı da içine düştüğü “ırkçılık illetinden” kurtaracak olan yine İslâmın hakikatlarıdır. Bu sadece bizim değil, onların da itiraf, tesbit ve teşhisleriyle sabittir. Mart 1995 tarihinde YDH kongresine katılan, Batının tanınmış simâlarından, Mitterand’ın yakınında bulunan, solcu düşünür Bernard Kouchner, bütün açıklığıyla şu gerçeği ortaya koymuştu:
“Biz komünizme karşı bir zafer kazandık. Ama biz de yenildik. Çünkü, birbirimize söyleyecek bir şeyimiz kalmadı. Ama İslâm ülkeleri ve halkları öyle değil. Sizden öğreneceklerimiz var diyorum. Dayanışmayı, âile bağlarını, yeniden insan olmayı öğrenebiliriz sizden. Irkçılığa karşı bir panzehir olacaksınız bizim için. Avrupa’yı kendi içine dönük bir kale olmaktan kurtaracaksınız. Irkçılığın 2. Dünya Savaşı öncesine benzer bir dönüş yapmasından çok korkuyorum.”4
Avrupa Konseyi bünyesinde kurulan Irkçılıkla Mücadele Komisyonu Başkanı Frank Orton, “Avrupa’da giderek artan ırkçılığın sebeplerinden birisi de İslâm dini hakkındaki eksik bilgidir” demişti.
Müslümanların yardımlaşma konusunda, hiçbir din, mezhep, ırk ayrımı gözetmeksizin, bütün insanları kucaklayan örnek davranışları, yabancıların dahi dikkatlerini çekecek ehemmiyette idi:
“Türkler, zekâtlarını fakir komşularına verirler. Ve o da yoksa, önlerine gelen fukaraya verirler. Çünkü çok hayırseverler. Din ve mezhep ayırmaksızın, ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahûdî olsun, bütün muhtaçlara yardım ederler.”5
Dipnotlar:
1-Ebû Dâvûd, Edep: 113.; 2-A.g.e.; 3-A.g.e.; 4-Nilgün Cerrahoğlu, Milliyet, 2 Nisan 1995.; 5-M. de Thevenot, Etat ad’un Voyage Fait au Levant, s. 95, baskı 1965.
05.06.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|