Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa GÖKMEN

Osmanlı'dan günümüze tarihi miras "İPEK BÖCEKÇİLİĞİ" -1-

Kulp, ipekçilikte Bursa’nın rakibi

Çalışma kapsamında, merkezi Bursa’da bulunan ve Osmanlı’dan bize yadigâr kalan Kozabirlik’in merkezini ziyaret edip ipek böcekçiliği’nin dünü, bugünü ve geleceği hakkında bilgiler aldık. Tarihte ticaret güzergâhının belirlenmesinde bile etkin olan “İpek Yolu” diye bir ticaret yolunun doğmasına sebep olan ipek üretimi ve tüketimi sentetik ipekler karşısında yenik düşmüş. Ancak tarihî-kültürel bir miras olarak ayakta kalma ve gelecekte de var olmanın mücadelesini Kozabirlik çatısı altında sürdürüyor. Günümüzde Türkiye’de üretilen ve dışarıdan ithal edilen ipeğin tamına yakını mahir Anadolu kadınının elinde el tezgâhlarında ipek halıya dönüşüyor. Dokunan halılar Türkiye için hatırı sayılır bir ihraç ürünü haline geliyor. Önemli oranda döviz girdisi sağlanıyor. Sözü fazla uzatmadan buyurun ipeğin

Anadolu’daki tarihi seyrine...

Bir dönem dünyanın ticaret güzergâhını belirleyen ipeğin tarihi belki de insanlık tarihi kadar eskilere dayanıyor. Bu tarihe doğru bir yolculuk yapmak üzere yolumuzu Bursa’da faaliyetlerini sürdüren Kozabirlik’e düşürdük. Yok olmaya yüz tutan bu tarihî üretimin izini sürdük. Gelecek satırlarda sizleri ipeğin tarihsi yumuşaklığına bir yolculuk yaptırıp Kozabirlik Genel Müdürü Ayhan Karagözoğlu’nun ağzından günümüze getireceğiz. İpekböcekçiliğinin Türkiye’deki, daha doğrusu Anadolu’daki tarihi yaklaşık 1500 yıllık bir geçmişin izlerini taşıyor. Ekonomik, kültürel ve geleneksel bir tarımsal faaliyet olan ipekböcekçiliği Anadolu’da M.S. 552 yılında başlamış. Kozabirlik Genel Müdürlüğü’nden aldığımız bilgiye göre 15. yüzyıl ortalarında Anadolu İpek Yolu üzerinde çok önemli bir durak olmuş, özellikle Bursa ve çevresi ipek sanayi ve ticaretinin merkezi konumuna gelmiş.

Çok uzun yıllar İpek Sanayii Anadolu’nun başlıca üretim sektörü olup, kayıtlara göre 1860 yılında sadece Bursa’da 37 adet ipek çekim fabrikası ile 5000’in üzerinde ipek dokuma tezgâhı bulunuyordu. Özellikle 1500’lü yıllardan itibaren yoğun bir şekilde sürdürülen ipekböceği yetiştiriciliği ve ipekli kumaş dokumacılığı, Osmanlı ekonomisinde önemli bir yer işgal ediyordu. Küçük el tezgâhlarında ve ilkel metotlarla yapılan ipek üretimi Avrupa pazarlarından büyük taleplerle karşılandığı gibi, Ortadoğu pazarında da önemli bir yere sahipti.

Çinliler ipekböceği yetiştirme ve ipekli kumaş yapmanın sırrını uzun yıllar ülkelerinde saklamışlar. Yurdumuzda ise ipekböcekçiliği 1500 yıllık bir geçmişe sahiptir. Son yıllarda sun'î ipeğin üretilmesi ile önemi giderek azalmıştır.

İpekböcekçiliği Türkiye’de yardımcı bir tarım kolu olarak yapılıyor. Büyük bir yatırımı gerektirmediği için dut ağaçlarının yetiştiği her yerde yapılabiliyor. 35 - 40 günlük bir uğraş sonunda oldukça iyi bir gelir getiriyor. Ailede yaşlı, genç, herkesin emeği değerlendirilir. 35-40 günlük bir uğraş sonunda oldukça iyi bir gelir getirir.

Ülkemizde yaklaşık 40 bin aile 70 bin kutu civarında ipekböceği beslemekte ve yıllık ortalama 60 ton yaş koza üretmekte.

İlk başlarda daha çok Marmara bölgesinde yapılan ipekböceği yetiştiriciliği, dut ağacının yetiştiği her yerde yapılabilir. İpek böceği kozalarının satıldığı mezat olarak kullanılan Bursa’daki Koza Han hâlâ ipek kumaşların satıldığı bir yer olarak bu işlevini sürdürüyor. Bu han son olarak İngiltere Kraliçesi II. Elizabet’in Bursa ziyareti sırasında adını duyurdu. Bursa ve civarı ipek böceği üreticiliği açısından en önemli tarihî bir merkezdir. İznik, Bursa yöresine ilk yerleşen Türkler olan Manavlar Orta Asyadan getirdikleri meslek olan ipek böceği yetiştiriciliğini burada 1000 yıldır sürdürmektedirler. Son yıllarda ürettiğimiz ipeğin büyük bir bölümü ipek halı dokumacılığında kullanılmaktadır. 100.000 den fazla genç kızımıza iş imkânı sağlayan ipek halıcılığı yurdumuza yılda 70-80 milyon dolarlık da döviz kazandırmaktadır. Türkiye iklimi, toprağı ve insanı ile ipekböcekçiliğini geliştirerek dünya pazarlarındaki payını arttırabilecek imkânlara sahiptir.

İpekböcekçiliğinin Türkiye’de en çok üretildiği yer bilinenin aksine Bursa değil, Diyarbakır’ın Kulp ilçesi. Kulp’ta her yıl yaklaşık 40-70 ton arası yaş koza üretiliyor. Nitekim 20-21-22 Haziran’da Kulp’ta 1. Kulp Koza ve Kültür Festivali düzenlenecektir. Bunun hazırlıkları devam etemektedir. Kulp’ta ilk kez düzenlenecek koza festivalinde ilçenin terörle anılmaktan rahatsızlığı dile getirilecek, burada yapılan ipekböcekçiliğinin ülke ekonomisine katkısı anlatılacak. Türkiye’de üretilen yıllık ortalama 60 ton yaş kozanın dörtte üçü olan 45 tonunu Kulplu çiftçiler tek başına sağlıyor. Türkiye’nin ilk teknolojik ipekböceği çekim, kaynatma, çileleme ve büküm tesisi de yine Kulp’ta bulunuyor. Burada üretilen ipek halı, örtü ve poşular dünyanın dört bir yanına gönderiliyor. Kulpluların, ülke tanıtımına ve ekonomisine önemli katkıları oluyor. Ancak Kulp denilince akla ilk gelen ipek değil, maalesef terör oluyor.

Diyarbakır’a en uzak ilçe olan Kulp, coğrafi özelliği nedeniyle sürekli terörle anılıyor. Terör örgütü mensupları, Tunceli kırsalına Kulp’un sarp dağlarını kullanarak geçiyor. Bu nedenle güvenlik güçleriyle Kulp kırsalında sık sık temaslar sağlanıyor.

Yaşanan bu olaylar Kulp’un bütün güzelliklerine gölge düşürüyor. İlçenin bugüne kadar Türkiye’deki ipekböcekçiliğinin üretim ve işleme payı konusunda gündeme gelmemesi, sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirdi. Kulp Belediyesi, ticaret ve sanayi odası, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları ve dernekleri bir araya gelerek Kulp’un gerçek yüzünü tanıtacak önemli bir festivale hazırlık yapıyor.

Cihan Haber Ajansı’nın sorularını cevaplayan Kulp Belediye Başkanı Mahmut Zengin, halk, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları ve Kulplu işadamlarının desteği ilk kez “Kulp Koza ve Kültür Festivali” düzenleyeceklerini ifade ediyor. Amaçlarının Kulp’un güzel yönlerini tüm Türkiye’ye tanıtmak olduğunu anlatan Zengin, “İlçemizde yılda 45 ton yaş koza üretiliyor. Kalan kısmı ise Bursa ve çevre iller sağlıyor. Türkiye’de ipekböcekçiliğinin merkezi Kulp olmasına rağmen kimse bunu bilmiyor. İlçemizin imajı için tanıtımı için festivalin iyi olacağına karar verdik” diyor. Kulp’un Ağaçlı Beldesi Belediye Başkanı Yusuf Bayram ise Kulp’un bir imaj sorunu yaşadığını söylüyor. Başkan Bayram, “Kulp bölgemizdeki yaşanabilir, güzel bir ilçe. Buradaki tesislerde üretilen ipek örtüler dünya pazarına sunuluyor. Türkiye’nin yurtdışında tanıtımına önemli bir katkı sağlıyor. Ancak ülkemizde Kulp adı istenildiği gibi bilinmiyor.”diyor.

TÜRKİYE’YE HER YIL 80 MİLYON DOLARLIK

DÖVİZ KAZANDIRIYOR

2000 yılına kadar ağırlıklı olarak Marmara bölgesinde yapılan ipekböceği yetiştiriciliği, son yıllarda artık bu bölgede ilgi görmüyor. Bir zamanlar en çok yaş kozanın üretildiği Bursa yerini Diyarbakır’a bırakmış durumda. 2003 yılından beri Türkiye’de en çok yaş koza üretimi Diyarbakır’da yapılıyor. Kulp Belediye Başkanı Mahmut Zengin’in verdiği bilgiye göre; üretilen ipeğin büyük bir bölümü ipek halı dokumacılığında kullanılıyor. Onlarca genç kıza iş imkânı sağlamasının yanı sıra Türkiye’de yılda 70 - 80 milyon dolarlık da döviz kazandırıyor. Dünyada ekonomik anlamda araların Çin, Hindistan ve Pakistan’ın da bulunduğu 15 ülkede ipekböcekçiliği yapılıyor. Türkiye, koza ve ham ipek üretiminde 10. sırada yer alıyor. İpekböcekçiliğinin yoğun olarak yapıldığı Diyarbakır ve Kulp, Lice, Hani ilçelerinde toplam yaş koza üretiminin yüzde 75’ini gerçekleştiriyor.

OSMANLI İPEKBÖCEĞİ OKULU KURMUŞTU

1845 yılına kadar Bursa’da el mancınıklarında işlenen kozalar, yine küçük el tezgâhlarında kumaş haline getirilmekteydi. 1888 yılında, Avrupa ülkelerinde ipekböceği üretiminin büyük oranda düşüşüne yol açan “Pebrine” hastalığı ile Dr. Pasteur tarafından geliştirilen metodu kullanarak mücadele etmek amacıyla ipekböcekçiliği okulu kurulmuş, daha sonra bu okul ipekböcekçiliği Araştırma Enstitüsüne çevrilmiş. Sözkonusu tarihten bu yana gerek gen kaynaklarının korunması, gerekse hastalıklardan arındırılmış ipekböceği tohumu üretimi yaparak önemini ve işlevini günümüze kadar koruyan İpekböcekçiliği Araştırma Enstitüsü’nün yerinde artık yeller esiyor. Kozabirlik Genel Müdürü Ayhan Karagözoğlu, enstitünün kaldırılmasıyla birlikte bu kurumun işlerinin Bursa Gıda Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan İpek Böcekçiliği Araştırma Şefliğine devredildiğini kaydetti. Ensttitüsün binası Kozabirlik tarafından Millî Emlak’tan kiralanmış. Kuruluş amacına uygun olarak faaliyetlerini Kozabirlik devam ettiriyor.

Türkiye’de yaş koza üretimi en iyi dönemini 1900’lü yılların başında yaşamış. 1908 yılında 18 bin 338 ton olarak gerçekleşen yaş koza üretimi, Türkiye ipekböcekçiliği tarihinde üretilen en yüksek miktar. Türkiye’de ipek ipliği endüstrisi, Avrupa’da gelişen dokumacılığın teşvikiyle 18. yy ve 19. yy’ın başlarında en parlak dönemini yaşamış, iyi kalite de kozalardan çekilmiş ipekler rakipsiz duruma gelmiş. Fakat henüz buharlı filatür tesislerinin kurulmamış olması, el mancınıklarında çekilen ipeklerin gerekli standarda sahip olmaması, 1810 yılında Türkiye’ye ulaşan Pebrine hastalığı gibi problemler ham ipek üretimini 1852 yılında 600 tonlardan 1864 yılında 19 tona kadar düşürmüş. 19. yüzyılın sonunda bugünkü İpekböcekçiliği Araştırma Enstitüsü’nün kurulması ile ham ipek üretiminde büyük artış olmuş (1910 yılında bin 970 ton), üretilen ham ipeğin büyük bir bölümü ihraç edilmiş. Bu durum Türk ipeklerinin yurtdışına ihraç edilerek ülkeye döviz kazandırılması yönünden önemli olmakla birlikte, yurt içindeki sanayinin gelişmesine olumsuz yönde etki etmiş. Daha sonra başlayan I. Dünya ve Ulusal Kurtuluş Savaşları pazarların kaybolmasına ve ham ipek üretim ve ihracatının düşmesine yol açmış. Osmanlı imparatorluğu’nun yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra alınan tedbirlerle tekrar bir artış trendi yaşanmışsa da eskisi kadar etkin olmamıştır.

TÜRKİYE KENDİ TOHUMUNU KENDİSİ ÜRETİR DURUMDA

Diğer taraftan Türkiye kendi ihtiyacı olan ipekböceği tohumunu kendisi üretiyor. 1963 yılından beri Türkiye sahip olduğu saf ırklar aracılığı ile dünya kalitesi ve standartlarında bivoltin tipi polihibrid ipekböceği tohumu üretimini gerçekleştiriyor. Bu sayede standart, verimli ve çekilmeye elverişli yaş koza ürünü elde edilebiliyor. Yaklaşık 60 bin kutu ipekböceği tohumu üretim kapasitesine sahip İpek Böcekçiliği Araştırma Şefliği tesisinde günümüzde kapasitesinin altında yılda yaklaşık 7 bin kutu ipekböceği tohumu üretiliyor. Üretilen bu tohumların yıllara göre değişmekle birlikte son dönemlerde yaklaşık 5 bin kutusu beslemeye alınıyor.

Ülkemizde gerçekleştirilen kaliteli tohum üretimini daha da kaliteli hale getirebilmek için gerek üniversiteler ile gerekse uluslararası düzeyde (FAO, KOİCA vb. kurumlar) çalışmalar başlatılmış durumda. Günümüzde Türkiye’nin yıllık ham ipek ithalatı 200 ile 250 ton arasında değişiyor. Özellikle 1990 yılından sonra yaş koza üretiminde yaşanan büyük düşüşler neticesinde ipekli halı dokumacılığı için gerekli olan ham ipek ve ipek ipliği ihtiyacı ithalat yoluyla karşılanmaya çalışılıyor. Bu durum ülke için ayrı bir harcama kalemi oluşturuyor. Bu durumu göz önünde bulunduran Kozabirlik, dışa bağımlılığı bir nebze de olsa azaltmak için, Eskişehir bölgesindeki kooperatif tesislerinde modern teknoloji ile kaliteli ipek ipliği çekimini sağlayacak bir filatür fabrikası kurmakta olup, 2008 yılı için de faaliyete geçirmeyi hedefliyor.

YARIN: İYİ YÖNETİLİRSE ANADOLU

TOPRAKLARI DÜNYAYI BESLER

'Nur MENZİLLERİ' Gezi Notları -2-

Nur Menzillerinde Nur şahitleri

Isparta’da ki ilk hedefimiz Üstadımızın uzun müddet kaldığı evi ziyaret etmek. Bu amaçla erken saatlerde yöneliyoruz bu nurlu eve. Üstadın evini daha önce ziyaret etmeyen kardeşlerimiz coşkuyla gidiyorlar. Üstadın eşyalarını ve evdeki odaları gezdikten sonra müsait bir odaya geçip Risâle-i Nur dersi yapıyoruz. Evde en çok dikkatimizi çeken ise bir iktisat abidesi olan Üstadın yamalı cübbesi. “Üstadımız yaşamadığını yazmamış” derken aklımıza İktisat Risâlesi geliyor. Üstadımıza son yıllarında hizmet etmiş emektar arabasını da gördükten sonra Isparta’nın güzide mesire yerlerinden olan Gökçay’a gidiyoruz. Isparta’ya hakim bir tepede kurulu ağaçlarla bezenmiş, rengârenk çiçeklerle süslendirilmiş bu asûde mekânda bir müddet dinlenmek bizi kendimize getiriyor.

Gökçay’da bir süre zihnî ve bedenî yorgunluklarımızı giderdikten sonra tekrar yola çıkıyoruz. Öncelikli hedefimiz Risâle-i Nurların neşredilmesinde bin kalemle hizmet eden Sav kasabası. Bu nurlu kasabada küçüklü büyüklü herkes sabahlara kadar Risâle-i Nur yazarak Üstada yardımcı olmuşlar. O zamanlarda Risâle-i Nur’a karşı ciddî bir baskı varken onları teslimiyet ve aşk ile yazmak gerçekten büyük bir fedakârlık. Sav’da ilk olarak Sav kasabasını nurlarla tanıştıran Hafız Ahmet Abimizin ve daha nice erlerinin bulunduğu mezarlığı ziyaret ediyoruz. Sav’da en büyük isteğimiz de Üstadı gören bir abimizden hem bilgi alıp, hem de hatıralar dinlemek. Allah'a şükür bu isteğimizde muvaffak olarak Sav Camiinde Abdülkadir Zeybek Abimizin etrafına halka oluşturarak başlıyoruz kendisini dinlemeye. Gözlerimiz Sav’ı maddeten gezerken, Abdülkadir Abinin anlattıklarıyla da manevî olarak geziyoruz. Abdülkadir Abiyi bir müddet dinlemekten kendimizi alamıyoruz. Fakat daha fazla rahatsız etmemek içinde kendisine teşekkür ederek Sav kasabasından ayrılıyoruz. Bu arada kasabanın meydanındaki çeşmeden su içmeyi ve hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmiyoruz.

Şimdi ise gezi programımızda Üstadın ‘Bu köyü kendi köyüm gibi biliyorum’ iltifatına mazhar olan İslâmköy kasabası var. İslâmköy’de Üstadın talebelerinden Hasan Kurt Abinin varlığından haberdar olduk. Kapısını çaldığımızda çok yaşlı olmasına rağmen bizi kırmayarak bahçesine kabul ediyor. Risâle-i Nur'un kıymet ve önemini anlatan güzel bir ders yaptıktan sonra Üstadla ilgili hatıralarını anlatıyor. Bu sohbet ortamındaki dersten çok memnun kaldık ve istifadeli ve güzel anları yaşattığı için Allah’a şükrettik. Hasan Kurt Abimizden duâlar isteyerek ayrılıyoruz.

Tam Barla’ya doğru hareket edecekken, o günün İslâmköylülerin dayanışma ve yardımlaşma günü olduğunu öğreniyoruz. Misafirperver İslâmköy halkı buraya kadar gelmişken yemek yemeden dönmememizi, hemen yakındaki tepede yemek verildiğini söyleyerek bizi dâvet ettiler. Biz de bu dâveti kısmetimiz olarak değerlendirip, tepeye doğru yola koyulduk. Tepeye varınca gördük ki masalar kurulmuş, misafir bekliyor. Çok sıcak ve samimî bir karşılamadan sonra masalara oturduk. Isparta’nın meşhur yemeklerinden afiyetle yedik. Yemeğin verdiği enerji ile canlanınca, köy halkına teşekkürlerimizi sunup yolumuza devam ediyoruz. Yemek hesapta olmadığından, biraz geciksek de karnımız tok, sırtımız pek olduğundan bu gecikmeyi hoş görüyoruz. Yine de adımlarımızı sıklaştırıp Barla’ya doğru yola çıkıyoruz.

Yolda ilerledikçe tüm ihtişamıyla görünen Eğirdir Gölü nazarları canlandırıyor. Havanın sıcak olmasından dolayı Eğirdir Gölünde kısa bir yüzme arası veriyoruz. Yol arkadaşımız olan Eğirdir Gölüyle bir süre beraber gittikten sonra bir tabelâ karşılıyor bizi: Barla.

Sırtını sarp kayalıklara dayamış bir nur merkezi. Üstadımızı sekiz sene bağrında konuk etmiş müstesnâ bir Nur Menzili. Muhacir Hafız Ahmetlerin, Sıddık Süleymanların ve daha nice nurlu abilerin nurlu vatanı.

Barla’da ilk gideceğimiz yeri Üstadın sekiz sene kaldığı Medrese-i Yusufiye ismini verdiği nurlu ev olarak belirliyoruz. Evin altındaki çeşmeden-fıtrî buzdolabı-suyumuzu içip Üstadın evine adımımızı atıyoruz. Ayaklar yerde, zihinler Üstadın bu evde sekiz seneye yayılmış hatıralarındaydı. Şimdi dünyanın okuyup takdir ettiği Risâle-i Nurlar bir zaman burada yazılmış ve tashih edilmişti. Barla’ya ilk defa gelip Üstadın evini ziyaret eden kardeşlerimiz ise oldukça duygulular. Bu arada Barla Sosyal Tesisleri Müdürü Niyazi Ağabeyimizden Üstadın evi hakkında bilgi alıyoruz. Evden ayrılmak istemesek de daha gezilecek Nur Menzilleri olduğundan, tekrar gelmek temennisiyle evden ayrılıyoruz.

Bir sonraki durağımız ise, eskisinin yerine yapılan Muş Mescidi. Üstadın, Barla’da kaldığı yıllarda tamir ettirip bir müddet imamlık yaptığı nurlu bir mekân. Burası da Üstadın Urfa’daki mezarı gibi yıkılmaktan kurtulamamış. Ancak 2005 yılında Nur Talebeleri eski yerinin yakınlarına yeni Muş Mescidini yapmışlar. Muş Mescidinde ikindi namazını eda ettikten sonra Üstadın 1953’ten sonra Barla’ya geldiği zamanlarda ara ara kaldığı Mustafa Çavuş Ağabeyin oğlu Mehmet Çavuş Ağabeyin bulunduğu eve gidiyoruz. Mehmet Çavuş Ağabey de babası gibi marangoz olduğundan, ev tamamen ahşaptan yapılmış eşyalarla donatılmış. Evden dışarıya bakıldığında Barla’nın yemyeşil bahçeleri ve masmavi uzanan Eğirdir Gölü görünüyor. Bu manzara eşliğinde Mehmet Çavuş Ağabeyden Üstadla ilgili hatıralarını dinliyoruz. Mehmet Çavuş Ağabeyimiz de “Risâle-i Nurları okuyun, okuyun, okuyun” diyor.

Ağabeyimizle vedalaşıp biraz yüksekçe olan Barla Mezarlığına çıkıyoruz. Barla Mezarlığında Üstadımızı Barla’ya ilk geldiğinde evinde misafir eden Muhacir Hafız Ahmet Ağabeyin, hizmette sınır tanımayan Bayram Yüksel ve Ali Uçar Ağabeylerin ve daha nice hizmet erlerinin kabirleri var. Ruhlarına Fatiha okuyup rahmetle andıktan sonra Barla Yeni Asya Sosyal Tesislerine gidiyoruz.

Tesislerde yediğimiz güzel bir akşam yemeğinden sonra Çam Dağı’na çıkmak için hazırlıklara başlıyoruz. Bu arada saatler 22.00’ı gösteriyor. Gece karanlıkta gitmekteki niyetimiz, biraz da iki ay Çam Dağı’nda tek başına kalan Üstadımızın geceleri kaldığı o havayı bir nebze olsun teneffüs etmek. Bu niyetle hazırlıklarımızı tamamlayıp Çam Dağı’nın çam kokulu yolunu tutuyoruz. Yol boyu coşkulu ilâhilerle, özellikle de “Tepelice Çam’a çıktım” ilâhisiyle Çam Dağı yollarında yol alıyoruz. Vakit gece olduğundan çam ağaçlarını tam tefekkür edemesek de zikirleriyle bize iştirak ettiklerini hissediyoruz. Vakit kaybetmeden kilimleri serip semazenleri kuruyoruz. Yıldızlar altında kılınan yatsı namazının ardından yapılan dersi ağaçların hışırtıları içinde dinliyoruz. Dersten sonra da doğan derin sessizliği kaynayan semaverler bozuyor. Çam Dağı'ndan ancak gece iki buçuğa doğru ayrılıyoruz. Tabiî, buralara gelmeyi bir daha nasip etmesi için Allah’a duâlar etmeyi unutmuyoruz.

Uzun ve şevk dolu bir gezi programımızda artık tek bir hedef kalıyor: Mevlânâ diyarı Konya. Konya’da bizi araştırmacı yazar ağabeyimiz Halil Uslu karşılıyor. Hep birlikte Mevlânâ’ya gidiyoruz. Mevlânâ Türbesi’ni Halil Uslu Ağabeyimizin rehberliğinde ayrıntılı bilgiler ve hatıralar eşliğinde geziyoruz. Hz. Mevlânâ’ya Fatihalar okuduktan sonra Üstadın kardeşi Abdülmecit Nursî ve Üstadın talebelerinden Mustafa Türkmenoğlu Ağabeylerin kabirlerinin bulunduğu Üçler Mezarlığına yönelerek onların da ruhlarına Fatiha okuyoruz. Daha sonra ise, programımızda Konya’yı gezmek ve tanımak var. Konya'yı gezerken meşhur ‘etli ekmeği’ de yedikten sonra artık yavaş yavaş Konya’dan ayrılma vaktimiz geliyor. Ve bize Nur Menzillerini görüp gezmeyi nasip eden Allah’a hamd ederek İstanbul’un yolunu tutuyoruz. Emeği geçen bütün ağabey ve kardeşlerden Allah razı olsun.

—Son—

Mehmet Ali ERGENEKON

05.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (04.06.2008) - 'NUR MENZİLLERİ' GEZİ NOTLARI -1-

  (02.06.2008) - DEMİRKIRAT ve "YASLIADA" ARASINDA DEMOKRASİ -7-

  (31.05.2008) - DARAĞACINDA SALLANAN BİR DEMOKRASİNİN HKAYESİ -5-

  (30.05.2008) - DARAĞACINDA SALLANAN BİR DEMOKRASİNİN HKAYESİ -4-

  (29.05.2008) - Mürekkebinden bilgi yerine zehir akan Akis Dergisi DARAĞACINDA SALLANAN BİR DEMOKRASİNİ HİKAY

  (28.05.2008) - TUNUS NOTLARI

  (27.05.2008) - DARAĞACINDA SALLANAN BİR DEMOKRASİNİN HİKÂYESİ (1)

  (26.05.2008) - Satışa çıkarılan İlâçlama uçakları elde kaldı

  (25.05.2008) - BİTKİSEL YAĞ AÇIĞIMIZ ÇOK BÜYÜK

  (24.05.2008) - Kanola, Türkiye’nin tarımdaki alternatifi

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır