Geçen hafta Mısır gerçekleriyle ilgili yazılar yazmaya başlamıştım. Bu yazılarıma yer yer devam edeceğim. Bu hafta olduğu gibi bazı Mısır gerçeklerini biraz geniş anlamda ele almak istiyorum. Bunlardan biri de eğitim.
Mısır’da üniversiteye girebilmek için lise sonunda Sanavya Amma (Thanawya Amma) denilen, bir nev'î lise bitirme sınavı gibi bir sınava girmek gerekiyor. Türkiye’deki gibi sayısal, sözel bölümler olmadığı gibi, üniversite sınavı da yok. Fakat bu Thanawya Amma sistemi öğrencileri tamamen ezberciliğe sevk ettiği için, çok avantajlı değil. Thanawya Amma haricinde de lise, ortaokul, ilkokul eğitimlerinde üniversite gibi sadece final sistemi uygulanıyor. Bu yüzden Mısır genelinde ilkokuldan üniversiteye kadar bütün sınavlar Aralık ve Haziran ayı civarında gerçekleştiriliyor. Bu da ezberciliği daha da kuvvetlendiriyor ve öğrencileri lise bitirme sınavına aynı mantıkla hazırlıyor.
Öğrenciler, benim lise bitirme sınavı dediğim bu sınavdan aldıkları nota göre üniversiteye yerleştiriliyorlar. Fakat belli bir alana yoğunlaşmadıkları için, bir öğrenci Tıp Fakültesi ve Türk Dili Edebiyatını ya da Psikolojiyi tercihlerinde beraber yapabiliyor. Bu da beraberinde aynı bölümde okuyan, ama ilgi alanları tamamen farklı öğrenciler getiriyor. Devlet bütün öğrencilerin üniversitede okumasını sağlıyor, bu da bizdeki gibi birkaç kere ÖSS’ye girme durumunu ortadan kaldırıyor. Başvuran bütün öğrenciler, asıl istedikleri bölümden tamamen alâkasız olsa da üniversiteye alınıyorlar. Eğer lisenin bittiği yıl ile üniversiteye başlanılacak zaman arasında birkaç yıl fark varsa, üniversiteye başlamak için geç kalınan her yıl için belli bir ceza ödemek gerekiyor. Ben altı yıl ara vermiş olduğum için bu cezayı fazlasıyla ödemek zorunda kalmıştım. Durum böyle olunca, asıl istedikleri bölümde okumayan, ama yine de herhangi bir üniversitede okuma şansı elde etmiş olan gençler sınıf geçmek için farklı yöntemlere başvuruyorlar. Bunlardan biri de burada yaşayan bütün yabancılara oldukça ters gelen özel ders metodu.
Özellikle devam mecburiyeti olmayan bölümlerde öğrenciler hiçbir derse gitmiyor ve bunun yerine Türkiye’deki dershane sistemine benzeyen yerlerde özel ders alıyorlar. Okula gitmeyip özel derse gitmek insana biraz enteresan geliyor. Neden okula gitmek varken, özel derse gidip fazladan masraf yapıldığını anlamak oldukça zor. Fakat özel ders hocaları aynen ortaokul ve lisedeki alışılmış ezber sistemini uygulayarak ders verdikleri ve özellikle ana dilden farklı dilde eğitim veren bölümlerin derslerini, üniversite hocalarından farklı olmak üzere, Arapça verdikleri için, öğrenciler tarafından tercih ediliyorlar. Üniversite hocaları yerine haksız yere yüklü miktarda para kazanan ve kimileri ders verdikleri bölümden bile mezun olmayan bu özel ders hocalarının ve özel ders sisteminin bütün eğitim sistemine vurduğu darbe ancak mezuniyetten sonra ortaya çıkıyor. Hemen hemen bütün gençliğin üniversiteye gittiği Mısır’da da iş bulmak kolay değil. Bu yüzden bir kafede garson bir mühendis, mağazada satış görevlisi bir hukukçu, ya da taksi şoförü bir dış ticaret uzmanı görmek hiç de zor değil. Bütün bunların sebebi de özel dersler. Özel ders almayıp, okula düzenli şekilde devam eden bir öğrenci, gayet başarılı olan eğitim sistemi ve hocaların da yönlendirmesiyle kendisini geliştirip, analitik düşünce yeteneğini güçlendirip, boş zaman kalanlarında da ihtisas kurslarına gidiyorsa, diğer mezunlardan farklı bir statüde oluyor. Böyle olunca da istediği alanda iş bulması oldukça kolay oluyor.
Bütün bunların yanı sıra, Mısır’da saç, sakal, etek, ceket, gömlek, pantolon, başörtüsü, peruk gibi konularda çağın şartlarından uzak yasaklar yok. Herkes, hangi dine mensup olursa olsun istediği gibi üniversiteye girebiliyor. Okuldaki ilk günüm, bu yüzden benim için çok anlamlıydı. Öğrenilenler ve alışılanlarla pekişmiş olan zihnim, okulun ilk günü okul kapısının önünde içeri girip girmemek konusunda çok tereddüt etti. Acaba gerçekten girebilecek miydim, yoksa bunların hepsi birer hayalden mi ibaretti? Okula girsem acaba derste nasıl bir tepki görecektim? Herkes bana bakacak mıydı? Tek başörtülü ben mi olacaktım?
Bunların hiçbiri olmadı. Ben yeniden dünyaya gelmiş gibi özgür ve mutlu oldum. İnsanlar yeniden sadece beynimin içiyle ilgilenmeye başladılar. İlkokula başlamış bir çocuğun heyecanıyla derslerime sarıldım, yılmadan okula gittim. Neden burada olduğuma dair bütün sorulara ve verdiğim cevaplar üzerine sorulan yeni sorulara yılmadan, mantıklı cevaplar vermek zorunda kaldım. Başka vatanlarda özgürce öğrenci olup, yaşadığı yerde mutlu olan her gurbetçi gibi ülkemi uzaktan sevmeyi öğrendim. Ne de olsa bir gün, kadın-kadın eşitliğinin de en az kadın-erkek eşitliği kadar önemli olduğunu ve kadın-erkek eşitliğinde bahsedilen kadınların tek tip kadınlar değil, toplumun her kesimine ait ve her türlü alt yapıdan gelen kadınlar olduğunu anlayacak ve sadece kendi hakkını değil, bütün kadınların hakkını savunacak kadınlar da yetişecek.
10.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|