Aşağıda sunacağımız farklı kişilere ait hatırlatmaları, esasında birer ihtar, yahut ikaz şeklinde de değerlendirmek mümkün.
İşte, dünkü Zaman gazetesinin manşet haberine konu olan Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Hannes Swoboda'nın sözü: "Halkın oylarının yok sayıldığı bir ülke, AB üyesi olamaz."
Evet, Anayasa Mahkemesinin almış olduğu son kararı değerlendiren AP üyesi, nihaî kanaatini işte bu sözlerle ifade ederek, kendince ciddî uyarıda bulunuyor: "Böyle yaparsanız, AB üyesi olamazsınız."
Sosyalist Swoboda doğru söylüyor. Ayrıca, onun bu hatırlatması da yerinde.
Ancak, bu ecnebi diplomatın bilemediği, yahut hesaba katmadığı önemli bir nokta var. O da şudur: Halkın iradesini yok sayan ve Meclis'in kararlarını geçersiz kılmaya çalışan zihniyet, zaten Türkiye'nin AB üyesi olmasını istemiyor. Belki ve muhtemelen, üyelik sürecini çıkmaza sokmak için, kural–kànun dışı tutum ve davranışları kasten sergiliyor.
En büyük risk: Pazarlık
Dikkate değer gördüğümüz bir başka hatırlatma, Dr. Nevzat Tarhan'a ait.
Yaşanan anafordan çıkış yolu için tekliflerde bulunan Tarhan, "haber7.com"daki "Askeri rejim görünür hale geldi" başlıklı köşe yazısının sonlarında, çok önemli bir ihtarda bulunuyor ve aynen şunları söylüyor:
"Darbe hukukunu değiştirmekten başka çaremiz yoktur. Demokrasi rolü oynayanların gerçek yüzlerini görmeye başladık.
"Hükümet için en büyük risk, riski göze almamak ve pazarlık yapmaktır. Bizden söylemesi…"
Güç ve iktidar dengesi
Bu arada, "mâlumu ilâm" kabilinden de olsa, Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç'tan çarpıcı bir tesbit aktararak, SP Genel Başkan Yardımcasa Şevket Kazan'ın hatırlatmalarına geçelim.
Ardıç, 7 Haziran 2008 tarihli köşe yazısında şu önemli tesbitini aktarıyor:
"Türkiye'de halk ne kendi kaderini eline alabilecek kadar güçlü, ne de pes edecek kadar güçsüz.
"Bürokrasi de, ne tam teslim olacak kadar zayıf, ne vurup bitirecek kadar sağlam."
Kazan: Böldüler, bölünecekler
Barem dergisine parti kapatmaları ve AKP’yle ilgili muhtemel gelişmeleri değerlendiren SP'li Şevket Kazan, Millî Görüş kökenli eski siyaset arkadaşları hakkında şunları söylüyor: "AKP’nin kapatılması durumunda, bu parti 'Gülcüler ve Tayipçiler' şeklinde ikiye bölünecek.. Ne diyelim, 'Eden bulur.' Bunlar ettiler; ettiklerini bulacak, ektiklerini biçecekler. Bunlar, Türkiye’nin ümidi olan bir partiyi, Türkiye’yi İslâm dünyasının eteğine tutunacak bir Türkiye olmasını sağlayacak bir girişime en büyük darbeyi indirdiler. 'Yeni oluşum'u onun için yaptılar. Bizi böldüler; elbette bölünecekler.”
* * *
Önemli gördüğümüz bazı hatırlatmaları, şimdilik yorum katmadan sizlere aktarmakla yetiniyoruz.
Tarihin yorumu = 10 Haziran 1829
Tuna kıyısında Silistre Müdafaası
Halkın dilinde destanlaşan ve meşhûr Namık Kemâl'in "Vatan Yahut Silistre" isimli piyesine de konu olan Silistre Müdfaası, büyük bir zaferle kazanıldı. Küçük bir Osmanlı birliği, 40 bin kişilik koca Rus ordusunu darmadağın etti.
Silistre, bu tarihlerde Tuna Nehri kıyısında küçük bir Osmanlı kasabasıdır. Kırım meselesi yüzünden 1828–29 yıllarında tekrarlanan Kırım Harbi, Rumeli Cephesinde de bütün şiddetiyle devam ediyor.
Rusya, harbin sonlarına doğru Romanya'nın neredeyse tamamını almış durumda. Sıra aynı bölgede bulunan Silistre Kalesi ve kasabasına gelmiştir.
Burayı ise, 8–10 bin kişilik bir Osmanlı birliği korumaya çalışıyor. Başlangıçta 30 bin, ilerleyen günlerde ise 40 bini de aşan bir Rus ordusu, Silistre'yi kuşatmaya başladı.
Kuşatma yetmiş gün sürdü. Bu zaman zarfında, Rus topçularının saldırısıyla, kalenin yıkılmayan burcu kalmadı. Osmanlı zayiatı had safhada olmasına rağmen, direniş devam ediyordu. Ordu, aç kalma pahasına teslim olmuyordu. Üstelik, fırsat buldukça karşı saldırıya geçiyordu.
10 Haziran 1829'a gelindiğinde ise, artık yolun sonuna gelindiğine ve Gazi Musa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin teslim olacağına inanılıyordu.
Ancak, durum tam tersi oldu. Birkaç bin kişilik Osmanlı birliği, komutanlarının emri altında "Ya ölüm, ya zafer" kararlılığıyla Ruslara karşı şiddetli bir saldırı harekâtını başlattı.
Ruslar, bu beklenmedik çıkış karşısında şaşkına döndüler. Aynı zamanda korkuya kapıldılar. Arkada büyük bir kuvvetin geldiğine inandılar. Bu sebeple paniğe kapılarak, bozgun halinde geriye çekildiler.
Harp esnasında, en baştakiler dahil olmak üzere, Rus komutanlarından çoğunun yaralı halde canlarını zor kurtarabildiklerini hatırlatmakta fayda var.
Sekiz bin kişilik Nizam–ı Cedit askerinin kırk bin kişilik Rus kuvvetlerini mağlup etmesi, tarihe şahlı bir destan olarak geçti.
10.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|