Yapılan yorumlar, Anayasa Mahkemesinin aldığı son kararla; Türkiye’nin hukukî bir çıkmaza sürüklendiği noktasında birleşiyor. Öte yandan içeride ve dışarıda ‘uzman’larca yapılan değerlendirmelerde ise, içine sürüklendiğimiz krizden, ancak ‘yeni bir anayasa’ ile çıkmanın mümkün olduğuna işaret ediliyor.
“Çözüm için özgürlükçü anayasa şart” diyenlerden biri de Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu. Şöyle demiş: “Zor ama her kesimin katılımı şart. Bizim geniş bir tartışmadan geçen anayasaya ihtiyacımız var. 1924 Anayasası en kabul görendir. (...) 1961 ise CHP ve askerin anayasasıydı. (...) 1982 Anayasası ise doğrudan askerindi. (...) Hiç kimse benimsemiyor, bütün partiler değiştirmek istiyor. Ki onlarca defa değiştirdik ama yine de hazmedememiş durumdayız.” (Sabah, 9 Haziran 2008)
1924 Anayasasının ‘en kabul gören’ olduğu noktasındaki tesbit dikkat çekici. Acaba bu ‘kabul’un sebebi neydi? Sınırlı sayıdaki ‘uzman’ dışında bu gerçekleri, bu ‘bilgi’leri bilen var mı? Bu bilgiler milletten niçin gizlenir?
1960’ı bir yana bırakalım; 1982 Anayasasını savunanlar, ‘yüksek oy oranıyla kabul edildiği’ni ileri sürerler. Doğrudur, halk oyuna sunulan 1982 Anayasası yüksek oy oranıyla kabul edildi, ama bu işler ‘zorla’ millete dayatıldı. Pek çok kandırmacanın dışında, ‘ya kabul edersiniz, ya da kabul edersiniz’ telkini yapıldı. Anayasanın ‘aleyhinde’ konuşmak, beyanat vermek, açıklama yapmak kökten yasaktı. Öyle ki, ‘hayır’ oyunun rengi olan ‘mavi’den bahsetmek bile yasaktı! Nitekim, pek çok başka yayın organı yanında, anayasayı tahlil eden bir ‘ek’ verdiği için Köprü Dergisi ihtilâl yönetimi tarafından kapatılmış, ilgili ‘ek’ için toplatılma kararı alınmıştı! Bu şartlarda oylanan bir anayasa için ‘Millet kabul etti’ demek, eşyanın tabiatına aykırı olur.
Gelinen noktada, çare ve çözüm olarak ‘Yeni, sivil, âdil, milletle barışık, milletin sahipleneceği bir anayasa yapmak gerekir’ deniliyor; ama bunun da kolay olmadığı ortada. Hele bu şartlarda, ‘denge’lerin ittifak edeceği bir anayasa yapmak, ateşten gömlek giymekten daha zor. Her kelime ve her cümlede ‘art niyet’ arayanlarla bir noktaya varmak mümkün mü? Çözümsüzlük sokağına sürüklendiğimiz ve çarenin de yeni bir anayasa olduğu doğru, ancak çözüm kolay görünmüyor.
Çözümsüz görülen hadiseler de zamanla çözülür. Bugün için ihtimal verilmeyen şartlar meydana gelir ve bir yol bulunur. İlânihaye çözümsüzlükle devam edilemeyeceğine göre bu ‘düğüm’ de bir şekilde çözülecek. Umalım ki bu çözüm, milletimize pahalıya mal olmasın.
Tabiî ki her hadisede olduğu gibi bu hadiselerde de işin ‘kader yönü’nü unutmamak lâzım. “Hangi hatalar işlendi ki, kader bu hadiselere fetva verdi?” sorusu her an akıllarda olmalı ve tepki gösterirken de ‘müsbet hareket’ sınırları unutulmamalı. Yoksa, ‘kader’e itiraz edercesine, hadiseleri yorumlamak kişiye sadece zarar verir.
Madem her işte bir ‘hayır yön’ü var, çirkin görülen bu hadiselerde de bir hikmet ve hayır vardır. Mühim olan bu yönü de görebilmektir.
En iyi teselli, “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” deyip; duâya sarılmak... Ancak bu şekilde ‘düz’lüğe çıkabiliriz...
10.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|