Kimi, sporcunun zeki ve çevik olanını, kimi de çok koşturanını sever. “Zevkler ve renkler tartışılmaz” denilse de; konuşmadan, tartışmadan hakikatlerin ortaya çıkması kolay değildir.
Türkiye’de çok yaygın olan bir kanaate göre spor, ‘dostluk, barış ve kardeşlik’tir. Böyle kabul edildiği için de bilhassa gençlerin spor ile ilgilenmesi her zaman teşvik edilir. Tabiî burada sözkonusu olan spor, genellikle futboldur. Dağda, bayırda, çayırda velhasıl her yerde oynanabildiği için de tabana yayılan bir ‘futbol sevgisi’nden bahsetmek mümkündür. Hafta başında başlayan maçların yorumları, hafta sonuna kadar devam eder ve ‘hayalî gerçekler’ sebebiyle insanlar zaman zaman birbirlerine karşı kırıcı da olabilirler. Ama bütün bunlar sözkonusu futbol olduğunda ‘normal’ karşılanır.
Elbette her konuda ‘dikkatli ve ihtiyatlı’ olmak gerektiği gibi bu konuda da dikkatli olmak gerekiyor. Başka kötü alışkanlıklara nisbetle ‘zararsız’ olan bu alışkanlığın ilerleyen yıllarda insanı tamamen teslim alabileceğini unutmamak gerekiyor. Futbol sevgisinin, “Türkiye’yi idare edenlerce” de her fırsatta enjekte edilmesi acaba sadece bir tesadüf olarak görülebilir mi?
Yeri geldiğinde, insanları uyuşturmak için ‘vasıta’ olarak kullanılan futbol sevgisinin teşvik edilmemesi gerekir. Medyanın da teşvikiyle, daha anne babasının adını söyleyemeyen çocukların, ‘meşhur’ futbolcuların isimlerini sıralaması ‘normal’ kabul edilebilir mi?
Tabiî ki “sağ-sol-orta yol” bütün kesimlerin ‘sıcak’ baktığı bu sevgiyi ‘sorgulamak’ da çoğu kişinin aklına gelmiyor. Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, haftalık Alman dergisi “Der Spiegel”e verdiği bir röportajda bunu sorgulamış ve futbolun Türkiye’de milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve otoriter düşünce üreten bir makine haline geldiğini hatırlatmış.
Türkiye’nin Dünya Kupası ön elemeleri için Kasım 2005’te İsviçre’ye karşı oynadığı olaylı maçta iki takımın oyuncuları ve yetkililerin maç sonundaki tartışmalarını hatırlatan Pamuk, Türk futbolcuların, futbolseverlerin ve basının tutumunu doğru bulmadığını da söylemiş. (Sabah, 2 Haziran 2008)
Muhtemelen bu yorum sonrası ‘futbol camiası’ Orhan Pamuk’a tepki gösterecektir. Ama futbolun ‘milliyetçilik’ ürettiği inkâr edilebilir mi? “En büyü takım, bizim takım” anlayışı ile ‘dostluk’ kurulabilir mi?
Dikkat edilmesini arzu ettiğimiz nokta şudur: ‘Spor dostluktur’ sloganına aldanarak futbol taraftarlığını teşvik etmeyelim. İnsanların ve gençlerin ilgilenmesi gereken çok daha önemli konular olduğunu bilelim. İmkân ölçüsünde bu ‘muhabbeti’ mekânlarımızdan uzak tutmaya çalışalım.
Elbette bu ‘afet’den tamamen uzak kalmak mümkün değil. Hele hele, ‘hacısından hocasına’ herkesin muhabbetle baktığı, zaman zaman da taraftarı olduğu spor kulübünün kazanması için ‘sabahlara kadar’ duâ edenlerin olduğu bir toplumda bunu yapmak kolay değil. Ama hiç değilse ‘gerçekler’i görelim ve spor muhabbeti altında ‘milliyetçilik ve ırkçılığın’ boy salmaya çalıştığını fark edelim.
“Bol bol futbol” diyerek milletimizin uyutulmaya çalışıldığını da unutmayalım.
03.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|