Okuma san’atı ve kuralları
Okuma kültürünü kazanmak veya okumayı hayatın bir parçası hâline getirmek medenî olmanın ve medeniyetin temel şartıdır. Her şeyin bir san'atı olduğu gibi okumanın da bir san'at ve estetik yönü vardır ve olmalıdır.
Her şeyden önce keyf için yapılan okumalar sıhhîdir. İnsan okumadan zevk almalıdır. Kötü okuma, plansız, hayal âlemine dalarak, bir hedefi olmayan okumalardır. Doğrudan metinlerin tesirinde kalmak, bunları yorumlamamak ve düşüncelerinde okuduklarına yer vermemek de kötü okuma sayılır. Bunlar okuduklarının içine ruhlarını ve düşüncelerini katmazlar. İyi okuma bunun tersi olan okumalardır. Okumanın da çeşitleri vardır. Çalışma okuması, araştırma okuması, öğrenme okuması ve ezberlemek için yapılan okumalar birbirinden çok farklı okuma şekilleridir. Çalışma okumalarında, belirlenen bir konuda ve ana çizgilerinin belirlediği bir yapı ve çatıyı dimağda kurmak veya ona destek olmak için muhtaç olduğu kitapları okumaktır. Böyle bir okumada okuyucu elinde kalemi olduğu halde kitap okur. Kendisi için önemli gördüğü hususlarda kendine bir özet hazırlar. Kitabın önüne ve arkasına notlar ve sahife numaraları koyar ve önemli yerleri çizer.
Okuma kurallarına gelince birçok yazarı ve farklı kitapları okumaktan ise, bir yazarı ve birkaç konuyu iyice tanımanın üstünlüğü tartışılamaz. Tanınmış ve tarihe mal olmuş büyük şahsiyetleri ve eserlerini okumak insan için daha faydalıdır. Kendi ruhumuzun gıdasını iyi seçmeliyiz. Kendi muharrirlerimize ve bilginlerimize sahip çıkmak gerekir. Okurken etrafımızda bir sessizlik olmalı ve kendimizi kitabımıza vermeliyiz. Birkaç işi birden yapmak insan fıtratına uygun değildir. Okumayı yarım kesmek, ertesi güne bırakmak, akıl başka şeylerle meşgul iken kitap okumak iyi okuma değildir. Gerçek okuyucu kendine yalnız geçireceği uzun zamanı hazırlar ve çok sevdiği belli muharrirlere belirli zamanını ayırır. Başta Bediüzzaman olmak üzere Mehmet Akif gibi büyüklere zamanımızı ayırmak gerekir. Kendimizi büyük kitaplara ve değerli şahsiyetlere lâyık hale getirmeliyiz. Kişi arkadaşını seçtiği gibi, kendisine fikir ve bilgi verecek olan kitapları da seçmelidir. Okuma san'atı, hayatı kitaplarda tekrar bulmak ve kitaplar sayesinde daha iyi anlama san'atıdır.
Okumanın kendine özgü âdâbı vardır. Okumak için yer ve zaman gözetmemek, bir anda bir kitapla meşgul olmak, dikkatini bir noktaya vererek okumak, plan ve program dâhilinde okumak, tembel ruhlar gibi umumî bir göz gezdirmemek, zihni dağıtmamak için amaca hizmet etmeyen şeylerle uğraşmamak, anlayarak ve tefekkür ederek okumak, tefekkür ederken mânâları düşünerek düşündüğümüz şeyi gayet vazıh bir surette görmeye çalışmak okumanın adabı ve doğru olarak anlamanın da yoludur.
Bediüzzaman’ın en değerli talebelerinden olan Zübeyir Gündüzalp “Zihnen çalışmak, dikkatli olmaktır. Tefekkür etmek, dikkatin bir noktaya teksif ve temerküzünden başka bir şey değildir. Zihnî faaliyetin her ikisi de dikkat ister. Şuurlu çalışmalı, düşünerek okumalıdır. Böyle zihnî egzersizler, idmanlar, münâzaralar yapmalı, zihni inkişaf ettirmelidir. Hafızayı kuvvetlendirmeliyiz” buyurarak bizlere okumanın usûlünü göstermiştir.
Bir kitaptan istifade etmek için de şu hususlara dikkat etmek gerekir: “Kitaptaki meseleleri öğrenmeye derin bir arzu duymak, her bölümü dikkatle iki defa okumak, okurken sık sık durup düşünmek ve mühim fikirlerin altını çizmek, okuduklarını tatbik etmeye çalışmak, bir defter ve ajanda tutarak not tutarak okumak” bir kitaptan istifade etmenin en güzel yoludur.
Bernard Shaw “Bir adama rastgele bir şeyi öğretmeye kalkışırsanız, hiçbir şey öğrenemez” demektedir. Öğrenme ve öğretmenin yolu öğrenme isteği oluşturmak ve merak uyandırmaktan geçer. Bediüzzaman’ın “Merak ilmin hocasıdır” buyurması gerçekten dikkate değer bir husustur.
Kendime soruyorum:
1- Niçin okuyorum?
2- Bir okuma kültürüm var mı?
3- Hayran olduğum bir edip var mı?
4- Öğrenmeye karşı büyük bir isteğim var mı?
5- Okumaya dikkatimi verebiliyor muyum?
6- Okuduğumu anlıyor ve üzerinde fikir yürütebiliyor muyum?
|
M. Ali KAYA
03.06.2008
|
|
Bediüzzaman Araştırmaları üzerine, Abdülkadir Badıllı’nın tavsiyeleri
www.msmardin.net.ms / [email protected]
Gazetemizin Lâhika sayfasında ara sıra yayınlanan Bediüzzaman’ın biyografi çalışmalarımız ile ilgili görüş ve tavsiyelerini almak için başvurduğumuz Abdülkadir Badıllı Ağabeyimiz, sağolsun isteğimizi kabul edip araştırmalarımızı inceledi ve bazı tavsiyeleri de içeren tesbitlerini bize aktardı.
Üstad Bediüzzaman’ı hayatta iken müteaddit defalar ziyaret eden Badıllı Ağabey, telif ettiği “Bediüzzaman Said Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı” adlı üç ciltlik eseriyle çok büyük hizmetlere vesile olmuştur. Bu eser, Bediüzzaman’ın hayatını araştırmak isteyenlere çok geniş bir kaynaktır.
Badıllı Ağabeyin, yazılarımıza karşılık tavsiyelerini içeren tebrik ve değerlendirmelerini satır başları halinde aşağıya aktarırken, kendisine gösterdiği yakın alâkalarından dolayı teşekkürlerimi arz ederim.
* Mardinli M. Selim Bey’in tahlil yazısını inceledim. Güzel tahkik ve tahlilleri sergileyen yazara önce teşekkürlerimi takdim etmek istiyorum. Kendisinin Hz. Üstad’ın hayatıyla ilgili adem-i tahkikten gelen sehivlere, şikâyetlerine ben de iştirak ediyorum. Fakat her şeyin başlangıç döneminde öylesi sehivlerin zaman ve zeminin bazen de hâlin icabı olarak müsaadesizliği ile iyice tahkiklerin yapılmaması neticesi olarak bulunması der-kârdır. Misâl için Hz. Üstad’ı Mardin’den sürgün olarak Bitlis’e yollayan mutasarrıfın adı Nadir Bey diye N. Şahiner’in tarihçelerinde hep geçtiği halde, kimse bir şey demeden devam ederken, M. Selim kardeşimizin o mutasarrıfın adının Selanikli Mehmet Enis Efendi olduğunu tesbit etmesi güzel bir araştırmadır.
* Keza, Bitlis’ten Üstad Hazretlerini Van’a davet eden “Vali Hasan Paşa” değil, askerî bir paşa olduğunu kesin belgelere dayandırarak ortaya koyması da takdire değer bir tahkiktir. Ama acaba Molla Abdülmecid Efendi’nin bu Hasan Paşa’yı “Vali Hasan Paşa” diye kendi hatıra defterine kaydetmesi bütün bütün yanlış mıdır? Bana kalırsa, Hz. Üstad’ı Van’a çağıranın mülkî bir paşa veya askerî bir paşa olmasında fazla bir fark olmadığı için, eleştirmeye tabi tutmaya gerek yoktur.
* Yine M. Selim kardeşimizin Mardinli büyük bir âlim olan Şeyh Yusuf Efendi’nin kısaca biyografisini meydana çıkarması ve Bediüzzaman’ın Mardin’de bulunduğu günlerde bu zatla karşılaşması ve mubahasaya kalkması ve sonra da bu zât, Bediüzzaman hakkında delâil-i zahire hakkında milleti şüpheye düşürmekle suçlayarak, mutasarrıflığa şikâyette bulunması üzerine Bitlis’e nefy edilmiş diye olan rivayetin sağlam kaynaklara dayanmadığı için nazar-ı itibara alınmamasından yanayım. Çünkü; böyle kaynaksız, belgesiz ve ağızdan ağıza dolaşan gayr-i sabit bir çok rivayetlere ben şahsen şahit olmuş, ancak bunları mufassal tarihçe eserime almaktan kaçınmışım.
* M. Selim kardeşimiz, Abdülgani Ensari’nin hayat biyografisini de güzelce tesbit edip kaydetmiştir. Teşekkür ediyorum.
* Ayrıca Miran aşireti reisi Mustafa Paşa’nın yaptığı baskı ve zulümlerini belgelerle tesbit etmesi de takdire şayandır. Ancak bu paşanın ölümünün zaman ve mekânı hakkında biz fakirde başka resmî belgeler vardır.
M. Selim kardeşimizin bu araştırmalı çalışmalarını heyecanla tebrik ediyor, başarılar diliyorum.
Abdülkadir Badıllı
|
MEHMET SALİM MARDİN
03.06.2008
|
|
Değişmeyen
Kâinâtın kuruluşundan beri mukannen ba’zı haller vardır. Bunlar, Cenâb-ı Hakk’ın uygun gördüğü kàidelerdir. Yaradılış kànunları, yine Allâhu Teâlâ’nın hikmeti îcâbı olarak bir takım istisnâlar dışında, hiç değişmez. İmtihan sırrına binâen, her şeyi sebeplere bağlayan Kadîr-i Mutlak, kullarının işlerini bu temeller üzerinde yapmalarını dilemiştir.
Dünyâda bu düstûrlara uyanlar muvaffak olurlar. İnançlı veyâ inançsız olmak, bilerek veyâ bilmeyerek bu nizâma uymak netîceyi değiştirmez. Yeter ki, cârî olan usûle uyulsun…
İnançlı insanlar, bu değişmeyen âdetullâha uymamak gibi bir imtiyazları olduğunu sanarak, kànun-i İlâhîye lâyıkı vechile ehemmiyet vermezler. Hikmet dâiresinde yaşarken, kudret dâiresinde oldukları zehâbına kapılırlar. Sonunda, dünyâ işlerindeki başarısızlıkla şaşkına dönüp, hatâyı şuna – buna yüklemeye kalkarlar.
Her konuda olduğu gibi, bu mevzu’da da Allâh’ın elçileri bizlere rehberlik etmişlerdir. Peygamberlerin hayatlarını dikkatle incelediğimizde, bu hâl apaçık olarak görülür. Hele, her işde kendisini imam kabûl etmemiz gereken, peygamberlerin sonuncusu ve insanlığın en mükemmel muallimi olan Hz. Resûlullâh’ın (asm), yaşayışının her ânında, bu kàidelere en çok riâyet ettiği cümlenin ma’lûmudur.
Verâset-i nübüvvet i’tibâriyle, sünnet-i seniyyeyi ihyâ mesleğini seçenler için de aynı durum sözkonusudur. Onların, her hareketlerinde sebeplere, en ince noktalarına kadar dikkatli oldukları görülür. Bu hâl, âlem-i hikmette cârî olan düstûrlara riâyetin ne derece önemli olduğuna alâmettir.
Günümüz inananlarına Resûlullâh’ın (asm) aydınlık yolunu hâtırlatan ve çeşitli sebeplerle kirlenmiş olan pencerelerini temizleyerek hedeflerini görmelerini sağlayan Bedîüzzamân Saîd Nursî Hazretlerinin eserlerinde, pek çok yerde, bu küllî düstûrlara işâretler vardır.
İhlâs, adâlet, hakda ittifâk, sabır, sa’y, sebât, sıdk, fazîlet, şefkat, uhuvvet, sulh, sadâkat, niyet, nazar, muhabbet, hürmet, itâat, ümîd, şûrâ, iştirâk-i a’mâl, mesâî tanzîmi, emniyyet, iktisâd ve daha niceleri…
Tabiî, bu kàideleri sâdece bilmek yetmez! Hayâtında uygulamak esastır. Hz. Üstâd’ın yaşayışını hâtırlayalım: yapayalnızlığına, devletin bütün müesseseleri ile muhâlefetine ve kandırılmış bir kısım zavallıların düşmanlıklarına rağmen, hizmetindeki muvaffakiyyetin sırrı budur…
Gerek kendi âlemimizde, gerek içtimâî hayâtımızda başarılı olmak için bizim de aynı yoldan yürümemiz lâzımdır. Aksi halde, harcadığımız onca emek, sarfettiğimiz onca gayret hebâ olup gidecektir. Elimizde, yerinde saymaktan hâsıl olan yorgunluk kalacaktır. Vazîfemizi îfâ edememenin mes’ûliyyeti de cabası olacaktır.
En mühimmi, omuzumuza ihsân-ı İlâhî ile konulmuş bulunan kıymetli emâneti yerine ulaştıramamak ve gemide bulunanları sâhil-i selâmete çıkaramamak gibi ağır bir suçla Hakk Teâlâ’nın huzûruna çıkmanın utancı bize ebediyyen yetecektir!
|
Ekrem KILIÇ
03.06.2008
|