Prof. Dr. Şerif Mardin’in, “Cumhuriyetçi ideoloji, bizde ‘iyi, doğru, güzel’ konularında derinlikli felsefeler üretemedi, ‘kuru’ kaldı, o yüzden öğretmen imama yenildi” tesbiti üzerine Taha Akyol; aynı konuyu Prof. Nilüfer Göle’ye sorduğunu; onun, “Ama imamın kızı öğretmen olmak istiyor, bütün tartışma da buradan çıkıyor!” dediğini, öte yandan Nuray Mert’in ise “Kemalizmden bir Kant çıkmadı ama İslâmcılarda da bir Gazali yoktu zaten!” diye yazdığını nakletmiş.1
Sayın Akyol’un ihmali, Göle ve Mert’in İslâm konularındaki bilgisizliği, aydınımızın içinde bulunduğu içler acısı durumu ortaya koyuyor. Akyol, 1992 yılında kendisiyle yaptığımız mülâkatta, Bediüzzaman Said Nursî’nin çağımızın Gazalisi olduğunu söylemişti. Bunu hatırlatabilir ve programlarına taşıyabilir. Anlaşılan aydınımız, cumhuriyet ideolojisinin zihinlere vurduğu zinciri kırıp, ilmî cesareti gösteremediğinden Bediüzzaman’ı araştıramıyor ve gündeme taşıyamıyor. Eğer Kemalizm veya Atatürkçülük ideolojisinin hegemonyasından zihinlerini halâs etseler, meselelere daha objektif bakarak, rahatlıkla ifade edebilecekler. Tıpkı, Prof. Şerif Mardin’in, “Neden Türkiye’de değil, ABD’de yaşıyorsunuz?” şeklindeki soruya, “Orada istediğim gibi fikirlerimi açıklıyorum, burada konuşamıyorum!” meâlinde verdiği cevap gibi.
Bediüzzaman Said Nursî’nin asrımızın Gazalisi, Mevlânâsı olduğunu gösteren yüzlerce delil ve beyânât vardır. En başta kendi hayat tarihçesi buna şahittir. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Üstadın ilmine hayran olduğunu, kendilerinin tahsil ettiği ilimle Üstadın ilminin mukayese edilemeyeceğini, ilminin ucu bucağı olmadığını söyler.2
Merhum Ali Ulvi Kurucu ise, “Bediüzzaman, kudretli bir ıslâhatçı ve harikalar harikası bir pedagog (mürebbî) ve bir nadire-i fıtrattır” der.
Brezilyalı Pskiyatrist Cecilya, “Psiko-somatik ve toplumsal bütün hastalıklarımıza Bediüzzaman’dan çareler, ilâçlar, reçeteler bulabiliriz” der.
Sosyolog Prof. Şerif Mardin de, “Çapını ihata edemediğimiz zirvelerde bir dehadır!” der.
Alay müftüsü Osman Nuri Efendi ise, “Sizin Üstadınızda öyle bir deha, öyle bir kabiliyet var ki, dünyadaki devletlerin siyaseti Üstada verilse hepsini idâre eder”3 demiştir.
Bediüzzaman, modern ilimlerle mânevî ilimleri harmanlayarak başta Müslüman olarak ferdin, âilenin, toplumun; Hıristiyan âlemi ve insanlığın bütün hastalıklarını teşhis ederek aklî, mantıkî, ilmî çareler üretmiş dünya çapında bir mütefekkirdir.
Bu ve benzeri tesbitler; Bediüzzaman’ın, zamanımızın ilimde “rasih”, yâni “derinlik sahibi” Kur’ân ve hadis otoritesi büyük bir müfessir, bir İslâm mütefekkiri olduğunu gösterir. Ki, Şarkiyatçı, Mevlânâ hayranı ve İslâm dostu Annemarie Schimmel’e “Said Nursî’nin eserleri birer harika. Avrupa’yı aydınlatacaktır. O çağın Mevlânâ’sı ve müceddididir” sözünü söylettirmiştir.
İlâhiyatçılar dahil, fen ve sosyal ilimlerde de ihtisas sahibi pek çok ilim adamı tarafından tasdik edilen bu gerçeğe; onun mücâdelelerle dolu çilekeş zîhayatının mahsûlü olan Risâle-i Nûr Külliyatı da delildir.
Aydınımıza—özellikle İlahiyatçılara—çağrımız şu: Genel kültür adına Marks’ı, August Comte’u, Kant’ı, Hegel’i ve sair felsefecileri okuyorsunuz. İslâm esaslarını ispat ile izah eden; ferd, aile, toplum ve İslâm ve insanlık âleminin problemlerine çözümler üreten; Kur’ân’la, din ile barışık olmayan Batı felsefelerini çürütüp yerle bir eden, çağımızın Mevlânâsı ve Gazalisi Bediüzzaman Said Nursî’yi, genel kültür adına da olsa okumamız gerekmez mi?
Dipnotlar:
1- Taha Akyol, Milliyet, 9 Haziran 2008.; 2-Şahiner, Aydınlar Konuşuyor, s. 303.; 3- Age.
10.06.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|