Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim” diyen büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretleri; din ilimleri yanında, on beş yıl kaldığı Van valisi Tahir Paşa’nın konağında bulunan kütüphanedeki fennî kitapları da okumuş, mantık ve matematik üzerine kitaplar telif etmiştir.
Din ilmi ile fen ilimlerinin beraber okutulmasına Bediüzzaman ziyadesiyle ehemmiyet veriyordu. İki ilmin imtizacıyla talebenin himmetinin yükseleceğini söylüyor, aksi takdirde yalnız din ilmi okutulmasından taklit ve taassup, sadece fen ilmi okutulmasından da hileci ve şüpheci nesiller doğacağının îkazını yapıyordu. Medresetü’z-Zehra adını verdiği bir İslâm üniversitesini kurma projesi bu maksada mâtuftu. Orada her iki ilim birlikte okutulacaktı. Ahlâklı ve inançlı nesillerin yetişmesi sağlanacaktı. Bitlis, Diyarbakır ve Van’da şûbelerini düşündüğü bu üniversite, İslâm âleminin ittihadına vesile olacak ve ırkçılık tehlikesine çâre olacaktı.
Bu büyük projesini Sultan Mehmet Reşat’a anlatan Bediüzzaman, hazineden on dokuz bin altın tahsisat ayırttırmaya muvaffak olmuş ve Van Gölü kenarındaki Artemit’te temelini de atmıştı. Ancak, kısa bir süre sonra 1. Cihan Savaşı patlak verince bu proje geri kaldı. Şimdi sıra vatan savunmasındaydı. Bu ülke düşman istilâsından kurtarılmalıydı. Bir din âlimi sıfatıyla Bediüzzaman, en mümtaz talebeleri başta olmak üzere, beş bin kişilik bir milis alayının komutanı olarak savaşa katıldı. Van, Vastan ve Gevaş müdafaalarında kahramanca çarpıştı. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç ihtiyar binlerce insanın kurtarılmasında hizmetleri oldu. Bu arada en seçkin talebelerinden çoğunu şehit verdi. Savaş esnasında kalbine gelen Kur’ân nüktelerini talebelerinden Molla Habib isimli kâtibine yazdırıyordu. Tamamı altmış cilt olarak plânlanan, fakat savaş yüzünden bir cildi yazılabilen hârika İşârâtü’l-İ’câz tefsiri böyle ortaya çıkmıştı.
Bediüzzaman, 19 Şubat 1916'da bir ayağı kırık vaziyette Ruslara esir düştü. İki buçuk seneye yakın Kosturma’da esir kaldı. Kafkas orduları baş kumandanı olan Nikola Nikolaviç’in esirler kampını ziyaretinde izzet-i İslâmiyeyi korumak amacıyla ayağa kalkmadı. Bu sebeple idamla yargılanmasına rağmen onlara boyun eğmedi. Hakaret maksadıyla değil, inancının icabını yerine getirdiği anlaşıldığından, baş kumandan kendisinden özür dileyerek idam kararını iptal etti. Daha sonra Tatarların kefaletiyle Volga Nehri kenarındaki bir camide imamlık yaptı. 1917 Bolşevik İsyanı kargaşasından yararlanarak firar etti. Almanya, Polonya ve Bulgaristan üzerinden seyahat ederek İstanbul’a geldi. Genel kurmay başkanından, ulemadan tâ medrese talebelerine kadar herkes tarafından ilgiyle karşılandı. Enver Paşa, harbin bir yadigârı olan İşârâtü’l-İ’câz tefsirinin basımı için ve sevabına iştirak maksadıyla kâğıt parasını verdi. Meşihat aracılığıyla bütün müftülüklere dağıtıldı. Emsalsiz bir tefsir olarak kabul gördü. Bediüzzaman, ordunun adayı olarak Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye âzâ tayin edildi. Üç seneye yakın orada hizmet etti. 16 Mart 1920’de İngilizler tarafından İstanbul işgâl edildiği zaman onlara karşı mücadele başlattı; Hutuvat-ı Sitte adını verdiği bir eseriyle bütün şeytânî plânlarını deşifre etti. Ulema ve ahaliyi İngilizlerin aleyhine çevirdi. “Görüldüğü yerde vurulması” emri çıktığı halde mücadelesinden vazgeçmedi. Meşihatın Anadolu’daki Kurtuluş Savaşının aleyhinde verdiği fetvanın geçersiz olduğunu söyleyerek karşı fetva verdi. Vatan savunmasındaki bu samimî mücadeleyi takdir eden Ankara hükümeti “Böyle kahraman bir hoca bize lâzımdır” diyerek onu Ankara’ya davet etti. Mükerrer dâvetlerden sonra Ankara’ya gelen Bediüzzaman, Mecliste ayakta alkışlanarak kendisine hoşâmedi merasimi yapıldı. Meclis zabıtlarına geçen bir dûa ile İslâm ordusunun muzafferiyeti için niyazda bulundu. Ancak, Ankara reislerinin maksadının farklı olduğunu, onlarla uyuşamayacağını anlayarak, Van vilâyetine çekildi. İhtiyâten sürgün gönderildiği Isparta, Kastamonu ve Afyon vilayetlerinde Risâle-i Nur Külliyatı adını verdiği Kur’ân tefsirleriyle bu milletin ve insanlığın dünya ve âhiret saâdetine hayatını vakfedip hizmet etti. 23 Mart 1960’ta Urfa’da vefat eden Bediüzzaman, geride muazzam bir Külliyat ve muhteşem bir cemaat bırakarak Rahmet-i Rahman’a kavuştu.
Asya-Nur Kültür merkezinde, Abdullah Türüdü’nün sunduğu bu seminer katılımcıları hem bilgilendirmiş, hem de duygulandırmıştı.
11.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|