Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Muhakkak ki Allah, size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.

Nisâ Sûresi: 58

11.06.2008


“Siyaset canibiyle onlara galebe edilmez”

Bediüzzaman, İlahî kudretin tecellîsiyle ve ihsanıyla, böyle en elzem bir vakitte, dîne revaç verebilecek bir teşekkülün zuhuru dolayısıyla ve kendisi de beraber çalışmak ümidiyle Ankara’ya gelmişti. Avn-i İlahî ve mu’cize-i Peygamberî ile düşman taarruzlarını defeden ve milletin idaresinin başına geçen yeni hükûmet-i Cumhuriyede, doğrudan doğruya Kur’ân’a istinad eden ve alem-i İslamın vahdetini nokta-i istinad yapacak ve İslamiyetin hakîkatinde mevcud kuvve-i ulviye ile maddî ve manevî medeniyeti meydana getirecek bir niyet ve gayeyi bulundurmak ve aşılamak üzere Mecliste çalışıyordu. Fakat, pek kuvvetli manîler karşısına çıktı.

Alem-i İslâmı alâkadar eden ve bin üç yüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği (Allah’a sığındığı) bir zamanın ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamış bulunuyordu.

Birgün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular. İslam ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, şeair-i İslamiyeyi tahrip etmenin bu millet ve vatan ve alem-i İslam hakkında büyük zarar tevlîd edeceğini; eğer bir inkılap yapmak îcap ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyete müteveccihen Kur’an’ın kudsî kanun-u esasî noktasından yapmak lazım geldiği mealinde ihtarlarda bulunur ve şu temsili ders verir (Mektûbat, s. 426.):

“Mesela, Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlaksızlar bulunup, camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebîlerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o camie girip ve o cemaat içine dahil olsa, eğer güzel bir sada ile şirin bir tarzda Kur’an’dan bir aşir okusa; o vakit, binler ehl-i hakîkatin nazarlan ona döner. Hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar. Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebîlerin hoşuna gitmeyecek. Eğer o mübarek camie ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit süflî, edepsizcesine, fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raks edip zıplasa; o vakit, o haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslamiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebîlerin istihzakarane tebessümlerini celb edecek. Fakat, umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve tahkir celb edecektir; esfel-i safilîne sukut derecesinde, nazarlarında alçak görünecektir. (...)”

M. Kemal Paşa, îtiraz ile içindeki niyet ve halet-i rûhiyesini ifade ile, Bediüzzaman’ı kendine çekmek ve nüfûzundan istifade etmek ister. Ve Bediüzzaman’a mebusluk, hem Darü’l-Hikmetteki eski vazifesini, hem Şarkta Şeyh Sünûsi’nin yerine vaiz-i umûmî, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapar.

Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı ahirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadîslerin ihbar ettiği ahirzamanın dehşetli şahıslarının alem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbü’l-Kur’an hakkında, “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir” tavsiyesine mürâatla, Ankara’da teşrik-i mesâi edemeyeceği için, kendisine tevdî edilmek istenen mebusluk, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem Vilayat-ı Şarkiye Vaiz-i Umûmiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara’dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamayacağını bildirerek, Ankara’dan ayrılır, Van’a gider. Ve orada hayat-ı içtimâiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.

Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, s. 229-233, 2006

canib: Yan, yön, cihet, taraf.

i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği, yüksek ve erişilmez ifadesi.

eşhas-ı ahirzaman: Ahirzamanda çıkacakları hadisçe bildirilen şahıslar.

11.06.2008


Abdülmecid Nursî

Vefatının 41. yılında rahmetle anıyoruz

Bütün ömrünü insanları Allah’a iman etmeye ve Kur’ân ahlâkını yaşamaya davet ederek geçiren, bu uğurda çok fazla eziyet gören, ancak yaşadığı hayattan her zaman razı olan ve başına gelen her zorluğu büyük bir tevekkülle, sabırla, neşeyle karşılayan, büyük İslâm âlimi, dev bir şahsiyet var karşımızda: Bediüzzaman Said Nursî.

Yüzyılımızın gönül ve hak erlerinden Bediüzzaman Said Nursî, ıztıraplarla dolu hayatını cemiyetin imânı ve selâmeti uğruna feda etmiştir. Kur’ân’ın tefsiri olan Risâle-i Nurlar ile insana “netice-i hilkat” ve “eşref-i mahlûkat” ünvanını takarak, insanın gerçek hüviyet ve mahiyetini tarif etmiştir. İnsana insanı tarif eden ve sırat-ı müstakîm yolunu çizen bu gönül eri iman ve Kur’ân aşığı bu mübarek, saygıdeğer, fedakâr muhterem zatın, dünyadan ebedî âleme göçerken bir namaz seccadesinden başka dünyalık nâmına hiçbir şeyinin olmaması çok şey ifade eder. Çağın bu eşsiz güzelliği, ukbaya tâlip bu iman fedâisi, dünyaya sırtını dönmüş, gözünü ahirete dikmiş, elini oraya uzatmıştır. Onun iman ve Kur’ân’dan başka bir derdi yoktur. Dünyalık bir meşgale onun zihnini ve kalbini meşgul etmez.

Asrımızın bu büyük mütefekkiri, onun hayatının bir parçası olan ve rahle-i tedrisinde 15 yıl ders alan Abdülmecid Nursî Efendi tanınıp anlaşıldığında daha iyi idrak edileceği kanaatindeyim. Bir çok yıkılış ve isyanla dolu olan yakın tarihimizde yetişmiş müstesna âlimlerden biri olan Abdülmecid Nursî, çağın eşsiz güzelliğinden ders almış, onun hem talebesi, hem kardeşi olma şerefine nail olmuş, yedi Nurslu kardeşten bir tanesidir.

Halil Uslu Ağabeyin büyük emek ve zahmetler ile, hatıraları bizzat sahiplerinden işitmek için, memleketin farklı yörelerini ziyaret ederek, “Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Nursî” adlı eseri ile çok mühim bir çalışmaya imza atmıştır ve şahsen benim için bu eser Abdülmecid Nursî’yi daha yakından tanımaya ve hatta Bediüzzaman’ı daha iyi anlamaya vesile oldu.

Allah’ın kulları arasında öyleleri vardır ki, dünyada yaşamalarına rağmen, dünya metaına sırtını çevirmiş, nefsiyle kıyasıya bir mücadele içinde yıllarını geçirmiş, hayatı boyunca insanları hakikate sevk etmek uğruna kendinden vazgeçmişlerdir. Bunlardan birtanesi de, şüphesiz, şarkta tahsil görmüş, çile dolu bir hayat yaşamış, yüksek ilim sahibi, seksen yıllık bir ömrü tevazu içinde, sabırla geçirmiş olan muhterem Abdülmecid Nursî’dir. Özellikle Arap dili ve edebiyatında hususî gayretleriyle kendisini yetiştirmiş ve Anadolu’nun farklı yerlerinde öğretmenlik yapmıştır. Risâle-i Nur Külliyatı’ndan İşârâtü’l-İ’câz ve Mesnevî-i Nuriye’yi Arapça’dan Türkçe’ye çevirerek büyük bir hizmette bulunmuştur. Bu eserlerden dersler okutarak birçok talebe yetiştirmiştir. Arapça ve Kur’ân dersleri vermenin çok zor olduğu 1940’lı yıllarda Abdülmecid Nursî, imanından aldığı cesaret ile adeta meydan okumuş, büyük hizmetlere vesile olmuştur.

Ürgüp’te 12 yıl müftülük yaparken, acı tatlı çok sayıda hadi-seye şahit olmuştur. Çok çetin bir imtihana tabi tutularak, ha-yatında derin izler bırakan evlât acısını burada tatmıştır. Üniversitede okuyan ve gelmesini dört gözle beklediği oğlu Fuad’ın vefat haberini aldığında hüzne boğulan bu şefkat ve merhamet adamı, mütevazi ve kibar insan ve “Şarkî Anadolu’nun necip evlâdı”, yüreğini yakan bu acıya sabırla dayanarak, oğlunun adına kaleme aldığı ve “Fuâdiye” adını verdiği eserinde acısını şöyle kaleme döker:

“Ey mezarcı! Göm beni de şu Fuad’ın kabrine.

Firkatin dayanamaz vallahi asla kahrine,

Katılsın zerratımız, âlem-i berzahta keza,

Sarılsın birbiriyle ruhlar ilâyevmi’l-ceza.

Ey mezarcı! Cebeci’de bana da kaz bir mezar,

Olalım ünlü Fuad’ın komşusu leyl-ü nehar.”

Postayla oğlunun ölüm haberini alan Abdülmecid Nursî, yine çok sevdiği yeğeni Abdurrahman’ın vefatı ile ikinci kez sarsılır. Fakat o, imanından aldığı güç ile sabreder.

O, Kur’ân ahlâkını yaşamış, âlim, fazıl, ahlâklı, nezaketli, ince ruhlu, zekî, müstesna bir âlimdi.

Ağabeyi aziz Üstadın yolunda yürümüş ve hayatı boyunca inancından ve değerlerinden asla vazgeçmemiş bu mübarek insanı hürmetle yâd eder, Cenâb-ı Haktan rahmet dilerim. Ruhu şad olsun.

Tuğba AKTAŞ

11.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır