Bir yandan bürokrasinin engellemeleri sebebiyle içine sürüklendiğimiz ‘çıkmaz sokak’tan kurtulmanın yollarını arıyoruz, öte yandan da hayatın gerçekleriyle yüzleşiyoruz. Gelinen nokta, “Tuz kokarsa ne yapılır?” sorusunun cevabını aramaya benziyor.
“Tuz kokarsa ne yapılır?” sorusu, bir yandan da İstanbul Tuzla Tersanelerinde meydana gelen ‘iş kazaları’nı hatıra getiriyor. Bilhassa son aylarda, son günlerde ‘iş kazası’ sebebiyle ölenlerin sayısında artış var. Neredeyse 100 kişi, tersanelerdeki iş kazaları sebebiyle vefat etti.
İş kazalarıyla ilgili tartışmalar devam ederken, sendika ile işverenler birbirini itham ediyor. ‘Yetkililer’ de sadece ‘Bu son olacaktır’ anlamında açıklamalar yapıyorlar. Tabiî ki adı üzerinde yaşananlar ‘kaza’ ama acaba gerekli ve yeterli tedbirler alınıyor mu? Geçmiş yıllarda ya bu nisbette kazalar meydana gelmiyordu, ya da oluyor idiyse de bunlar gizleniyordu. Aksi halde, son yıllardaki artışı açıklamak kolay olmaz.
Üç tarafı denizlerle kaplı olan Türkiye’nin denizcilikten yeteri kadar istifade edemediği bir gerçek. Son yıllarda yapılan yatırımlarla denizi keşfetmeye çalışıyoruz. Sektörün aldığı siparişler, artan iş hacmi beraberinde ölümlü iş kazalarını da getirmiş olabilir. Nedense bu konu, etraf-ı erbaasıyla tartışılıp ortaya konulamıyor. Taraflar birbirini suçlamaktan öteye geçmiş değil.
İş kazalarının gündeme gelmesi, aynı zamanda ihmal edilen ‘alın teri’ ve ‘işçi hakları’nı da hatırlamamıza sebep olmalıdır. Yaradıcı nezdinde affedilmeyen ‘günah’ olan ‘hak’ kavramını ihmal etmiş durumdayız. Kâinatın Efendisi Peygamberimiz (asm) de “İşçinin alın teri kurumadan hakkını veriniz” demiştir. Ancak bu emir ve tavsiyelere ‘dindar işadamlarımız’ başta olmak üzere iş dünyasında ne ölçüde uyuluyor?
‘Patron’lar da belki kendi pencerelerinden hadiselere bakıp, “Eh, işçiye ver, devlete ver, bize ne kalır?” diyebilir. Ama bu yaklaşım, ‘hak’ kavramıyla yolan çıkanların asla kabul edeceği bir yaklaşım olamaz. Tuzla Tersanelerinde yaşanan ve bu vesileyle gündeme gelen ‘iş kazaları,’ yaşanan ‘hak gasbını’ da gündeme taşımış oluyor.
Yapılması gereken şey bellidir: Taraflar, birbirini suçlamak yerine kalıcı çözümler üretme noktasında birleşmelidir. İş kazaları ‘cahil’likten meydana geliyorsa, mutlak sûrette ‘hizmet içi eğitim’ler verilmelidir. Bu eğitimler verilmeden, tarafların birbirini suçlayıcı açıklamalar yapması sadece tedirginliğin artmasına sebep olur. Mümkün olan bütün tedbirler alındıktan sonra yine de kazalar meydana gelirse, ancak o zaman “Tedbir aldık, ama takdir böyleymiş” deme hakkımız olur.
Sendikalar, iş kazaları sebebiyle ölüm hadiselerinin artması üzerine ‘grev’ kararı almışlar. Elbette bu da bir yoldur, ama kazaları önlemeye yeter mi? En başta siyasetçiler olmak üzere bütün taraflar ‘Tuzla hadiseleri’ni ciddiye almalı ve çare bulmalıdırlar. Bu kazalar, ‘işçi hakkı’nı gündemimize almak için vesile olsun. İşçiler ‘alın teri’ kurumadan hak ettikleri helâl ücretlere kavuşsun. Aksi davranış, ‘tuz’un kokmasından daha fazla sosyal hayatımıza zarar verir...
11.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|