Bediüzzaman, mânevî katarakt ve kulak ameliyatı yaptı; eşyanın hakikî mahiyetini görmeye; canlıların ve nesnelerin seslerini (konuşmalarını) anlamaya başladık. İşte enteresan bir hatıra:
Okuma-yazması olmayan 60 yaşındaki Hacı Lemahmut, Risâle-i Nur derslerini yalnızca dinler. Caminin avlusunda sohbet eden müftü, yardımcısı, imam, müezzin ve cemaatten birkaçının sohbetine şahit olur. Onlara, “Bakın bakalım, şu dağda ne göreceksiniz?” der.
“Dağ Hacı, ne görelim!”
“Dikkatli bakın!”
“Ağaç ve yeşillik görüyoruz Hacı, ne göreceğiz!”
“Allah sizi ıslâh etsin, burada ne dedikodu edip duruyorsunuz; baksanıza şu dağa, Allah’ın Celâl ismi nasıl tecellî etmiş. Şu ağaçlara bakın, Cemil ismini tefekkür edin…”
Bakarız, görmeyiz. Sanki bakar kör gibiyiz! Ki, eşyaya ve olaylara, kafamızda oluşturduğumuz imajlara, yargılara göre bakar, görür, algılarız. Hepimiz aynı şeylere bakar, ama farklı görürüz. Bakmak ayrı, görmek ayrı, fark etmek ayrı bir şeydir. Bakarız, ama göremeyiz. Görürüz, fakat incelikleri fark edemeyiz. Meslek, meşrep ve bilgi düzeyinin incelikleri fark ettirmemesi ayrı bir meseledir. Sıradan insanların bile fark ettikleri ince meseleleri fark edememenin sebepleri: * Dikkati yoğunlaştıramama, * Aklımızın gözümüze inmesi, yani, yalnızca gördüklerimize inanmamız ve meselenin mânâ, ruh boyutuna inemememiz.
Fen bilimleri ve felsefe, gözün yapısını ve görme sistemini inceler. Kur’ân ise “neyi, nasıl ve niçin?” görmemiz (basiret) gerektiği üzerinde durur. Göz san'atı, basiret san'atkârı görmeli. Müze ve fuarlarda sergilenen herhangi bir esere baktığımızda aklımıza ustası, san'atkârı ve kâşifi geldiği gibi; nimete bakıldığı zaman nimeti veren, yaratılana bakıldığı zaman Yaratıcı, sebeplere nazar edildiğinde de gerçek tesir sahibi Allah zihne ve fikre gelmelidir.
Tuhaftır ki, kâinat kitabını gözlemleyerek yazdıkları kitapların kendi adlarına okunmasını isteyen bir takım yazarlar, kâinat kitabının Kâtibini görmezden geliyorlar. Herhalde gaflet, ülfet, alışkanlık ve cehaletin gözlere çektiği bu perde ancak mânevî katarakt ameliyatıyla açılabilir.
Kur’ân, bakar körlüğü kaldırmak ve bakıp görmenin önemini fark ettirmek için, “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine...”1, “Bakmazlar mı?”2 “Bakınız...”3, “Bundan ibret alınız ey basiret sahipleri!”4, “Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bak, bir bozukluk, bir eksiklik görebiliyor musun?”5 şeklinde pek çok emir ve öğütlerde bulunur.
Esere bakıp inceliklerini görmek ve fark etmek bir san'attır. Gerçek bakış; hassas bir ruh, bediî bir zevk, derin bir duyarlılık gerektirir. Bunlardan mahrum olanlar boş gözlerle bakar ve çevrede neler olup bittiğinin farkına bile varmaz.
Kâinata, elmaya, suya, suyun içindeki tasa biz de baktık, bakıyoruz. Ama, Arşimet de baktı, suyun kaldırma gücünü; Newton gökyüzüne baktı, yıldızların aynı yerde durmasından, karışmamasından, birbirine çarpmamasından, nizam ve intizamından onları idare eden kudretin varlığını ve yine elmanın düşüşüne baktı yerçekimini keşfetti; Cezerî (1136-1206) baktı otomatik sistemi, sibernetiği keşfetti; İbn-i Sinâ (980-1037) baktı, şeker hastalığı dâhil yirmi dokuz konuda ilim ehline öncü oldu. Bediüzzaman baktı, eşya ve olaylardaki esma-i hüsnâ tecellilerini fark etti; kâinat kitabına baktı, yaratılışın sırlarını fark etti, muammalarını çözdü ve gösterdi.
Dipnotlar:
1- Rum, 50.; 2- Gaşiye, 17.; 3- Âl-i İmrân, 137.; 4- Haşir, 2.; 5- Mülk, 3.
11.06.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|