Etrafına toplandığımız hizmet-i Kur’âniye, ‘ene’yi kabul etmiyor; ‘nahnü’ istiyor. ‘Ben’ demeyiniz, ‘biz’ deyiniz diyor.”1 Böyle diyor son asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî.
Evet, imana, Kur’ân’a, Allah’ın dinine hizmet gibi mukaddes bir dâvâya hizmeti gaye edinmişseniz “ben” yerine, “biz” demekle mükellefsiniz. Çünkü bu hizmet “ben”i kaldırmaz. Küfür fert olarak değil, cemaat olarak hücum ederken, fert ne kadar dâhî de olsa tek başına ona karşı duramaz. Düşman madem şahs-ı mânevî hâlinde geliyor. Düşmanın silâhıyla silâhlanmaktan başka birşey yapılamaz. Hizmetin kudsiyeti, sâfîliği, berraklığı perde ve gölge olmayı kabul etmez. İhlâsa ters düşen herşeyi reddeder. Zaman zaman mânevî fırtınalar kopar, herşeyi alt üst eder. Böyle anlarda yıkılmamak, sarsılmamak için mânen güçlü olmak gerekir. Bediüzzaman Hazretleri başlarından geçen böyle bir hadise ânında Nur Talebelerinin sarsılmamalarının enaniyeti terkle mümkün olacağını söyler.
“Ehl-i hakikat,—hatta meşrû bir tarzda dahi olsa—enaniyetten, hodfüruşluktan vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risâle-i Nur’un hakikî şâkirdleri, buz parçası olan enaniyetlerini şahs-ı mânevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden inşaallah bu fırtınada sarsılmayacaklardır.”2 Eserlerinde bunun gibi bir kısım örnekler vererek enaniyete bel bağlamanın zararlarını da anlatır Bediüzzaman. Enaniyetin yansıması olan her türlü davranışı terke davet eder ve bunu herkesten önce önce kendi nefsinde yaşar, derdi ki: “Bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğine kat’î kanaatimiz olduğu gibi, yirmi senedir nefs-i emmârem ister istemez o mesleğe itaate mecbur olmuş. Risâle-i Nur ve mukaddematları buna bir hüccet-i kàtıadır.”3 “Benlik, enaniyet, şan ve şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz; onu ihsas eden hâlâttan şiddetle içtinap ediyoruz.”4 Bediüzzaman Hazretleri bu meseleye o kadar önem vermişti ki, mektuplarında hep bunu vurgulardı. İşte o mektuplardan bazı satırlar: “Risâle-i Nur’un bize verdiği ders de, hakikat-i ihlas ve terk-i enaniyet ve daima kendini kusurlu bilmek ve hodfüruşluk etmemektir. Kendimizi değil, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsini ehl-i îmana gösteriyoruz.”5 “Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek, şan ü şeref kazanmak olmaz. Nurdaki ihlası bozmamak için, uhrevî makâmât dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur bilirim.”6 “Bu zamanda şan ve şeref perdesi altında riyakârlık yer aldığından, âzâmî ihlâs ile bütün bütün enaniyeti terk lâzımdır.”7 Demek hakka hizmet, sırf Allah için hareket etmekle ve perde ve gölge olabilecek herşeyi terk etmekle oluyor. Tâ etkili olunabilsin, netice alınabilsin.
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 468; 2- Şuâlar, s. 267; 3- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 64; 4- Tarihçe-i Hayat, s. 288; 5- Tarihçe-i Hayat, s. 462, 463; 6- Şuâlar, s. 382; 7- Emirdağ Lâhikası, 2:169.
01.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|