Din eğitimi tarihimize kısa bir bakış ve bir teklif denemesi
Osmanlı mîrası üzerine ve onun mîrasını pek çok yönüyle reddederek yeni bir devlet inşa eden Cumhuriyet Kadrosu, tarihsel arkaplânını “Kanûnî” Sultan Süleyman dönemine kadar götürebileceğimiz, İkinci Selim ve İkinci Mahmut’la devam eden “Batılılaşma Serüvenimizin” en son ve en geniş halkasını teşkil etmiştir.
Yeni devlet; bir çeşit Pozitivizm diyebileceğimiz, tamamen pozitif bilimin ışığında, her şeye rağmen bir Batılılaşma ve Medenîleşme kavramları üzerine kurulmuştur. İlk dönem yapılan inkılâplar; Harf devrimi ve Osmanlıca’nın Yasaklanması, Şapka İktisaı Kanunu, Kılık Kıyafet Kanunu, Ölçü ve Tartılar Hakkındaki Kanun, Tatil Günlerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun ve en son, Lâikliğin Anayasaya girişi; hepsi, bu zihniyetin ürünü olarak yapılan değişiklikler olmuştur.
Bu bağlamda, cumhuriyet tarihi boyunca inişli çıkışlı bir seyir izleyen Din Eğitimini yakından incelediğimizde; her şeyden önce, eğitime de her şeyiyle bir “devlet sorunu” olarak algılandığı ve tamamen “Tektipçi” Bir Anlayışla yaklaşıldığı açıkça görülecektir. Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin lağvedilmesi, Hilâfet’in kaldırılıp yerine Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması ve “özellikle” doğrudan Başbakanlığa bağlanması, hep bu “devletçi” ve de “Tektipçi” zihniyetin ve her şeyi, din de dâhil olmak üzere kontrol altında tutmak isteyen Zihniyetin ve de Düşünce Yapısının Ürünü olmuştur. Din Eğitiminin, zaman zaman, okul ve okul dışında tamamen yasaklanması (zaman zaman dinî muhtevalı kitaplar bile yasaklanmıştır; (1930’dan başlayıp 1950’li yıllara kadarki süreçte) ve yeri geldiğinde ise İlk ve Orta Öğretim Kurumlarında, Anayasal Bir Zorunluluk haline getirilmesi ve Atatürkçülüğün, bir “Devlet İdeolojisi” olarak İlkokulların yanı sıra Orta Dereceli Okullardaki Din Dersi Müfredatına ve de Kitaplarına “özellikle” sokulması, (12 Eylül İhtilâli Dönemi ve Sonrası) hep bu uygulamaların bir sonucu ve de devamı olmuştur.
Sebilürreşad Dergisi tarafından yayınlanan Hazret-i Muhammed isimli kitabın, İçişleri Bakanlığı tarafından toplatılması ve yasaklanması hususunda yazılan, aşağıda gelen şu yazı, Dinî Özgürlüğün o dönem itibariyle ne kadar da ağır bir baskı altında tutulduğunu göstermesi bakımından gerçekten ibret vericidir:
T.C. Dahiliye Vekâleti, Matbuat Umum Müdürlüğü, sayı 653, Ankara 17 Mayıs 1943; “Muhterem Efendim, Mektubunuzu aldım. Biz, her ne şekil ve suretle olursa olsun memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz. Zât-ı âlilerinin herkesçe de müsellem olan ilim ve faziletine hürmetkârız. Ancak, günün bu kabîl neşriyata tahammülü olmadığını siz de takdir edersiniz.” Matbuat Umum Müdürü, Vedat Nedim Tör, Sebilürreşad, c. 12 sayı. 284. A. Fuat Başgil.
1947 yılının Aralık ayında yapılan CHP’nin yedinci kurultayında, Din Eğitimi ve Lâiklik konularının müzakeresi sırasında CHP Gaziantep Milletvekili Cemil Sait Barlas, çok önemli noktaları da ihtiva eden, gerçekten büyük bir önem atfetmemiz gerektiğini düşündüğüm görüş, daha doğrusu ”tesbitlerini” şu gelecek şekilde açıklamıştır:
“Arkadaşlar! Ben tamamen dinî inkılâba taraftar olan bir adamım. Fakat dinî inkılâbı biz yapamayız. Bir asker gibi yetişen insanın dinin inkılâbını yapması imkânsızdır. Luther bir papazdı. Reform dedikleri, dinî inkılâp papazlardan gelmiştir. Tanrıöver, (H. Suphi’ye hitaben) siz papaz mısınız ki dinî inkılâp yapacaksınız; yahut hoca mısınız?..”
1943 tarihli ikinci Millî Eğitim Şûra Kararlarının Değerlendirilmesiyle ilgili merhum Ali Fuat Başgil, Türk cemiyetinin, o dönem itibariyle dinî bakımdan geldiği en vahim bir noktaya önemle parmak basar ve şu gelen en acıklı değerlendirmede bulunur:
“Yıllardan beri Lâiklik namına, sistemli ve ezici hücumlarla mâneviyat aleyhine yürüdükten sonra, demek ki bugün tekrar hareket noktamıza gelmiş bulunuyoruz… Din terbiyesinin halk ahlâkiyatı üzerindeki rolünü anlamak için, inkâr ettiğimiz hakikatlerin ve seneler süren hata ve hafifliklerin acı acı intikam aldığı bugünü mü beklemek lâzımdı?.. Maneviyatı yıkıp, yerine çıplak ve çirkin bir sansualizm ilâhesi oturtmakla, sosyal çözülmeden ve ruhsal sefaletten başka ne kazandık?!..”
Yusuf Ziya Yörükan, 1948 yılı “Din Maarifi ve Din Tedrisatı” başlıklı yazısında şu ilginç, ilginç olduğu kadar da “önemli” tesbitleri yapmıştır:
“Her mesleğin bir ihtisası vardır. Medeniyet ilerledikçe ihtisas işi önem kazanıyor. İş bölümüne değer veriliyor; meslekte titizlik gösteriliyor ve o nispette başarı gösteriliyor.
Bizde ise din meselesi bahis konusu olunca eline kalem alan bilgiç kesilir; şahsî arzular izhar edilir, indî mütalâalar yürütülür. İlim meselesi siyaset meselesine, din meselesi dünya meselesine karıştırılır; mukaddesat anlayışı, manevî psikoloji, Müslümanlık eğitimi o kadar kolay!
Din kıymetlerinin sıfıra indirildiği yerlerde ise, vicdan huzuru kalmıyor, çalışma azmi kırılıyor, diğergâmlık ve hayırhahlık hisleri kalkıyor. Ahlâkî fazilet yerine şahsî menfaat ihtirası kaim oluyor. Etrafı zulmet, hayvaniyet ve sapıklık alıyor… Milleti dinî hisler ve bilgilerle bezemeye selâmetimiz namına da mecburuz…”
Ne demişti Asrın Vekili, CHP Genel Sekreteri Hilmi Bey’e (Uran) hitaben o yıllarda:
“Eski Dâhiliye Vekili, şimdi Parti Kâtib-i Umûmîsi Hilmi Bey,
Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ân'a ve hakâik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakâik-i Kur’âniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size katiyyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerle ispat ederim ki, âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşîliğe mağlûp olup, âlem-i İslâmın kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek.
Evet, hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’ân kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibaha etmesini alet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslâmiyet hakikatiyle mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş, bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, her şeyden evvel bu mümteziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-ı Kur’âniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşallah...” Emirdağ Lâhikası, 190
Yeni girdiğimiz, “Milenyum” ile tabir edilen 21. Yüzyılda, bu, Gelecek Yeni Dönem Türkiyesi’nin, dünyadaki halihazır sosyal ve siyasal değişme ve de gelişmelere paralel olarak, diğer alanların yanı sıra Dinî Eğitim Alanı’nda yapmasını gerekli düşündüğüm şey; daha çoğulcu, daha hoşgörülü, birbirine zıt pek çok görüşün ve düşüncenin ifadesine fırsat ve de imkân tanıyan bir Çoğulculuğa ve Demokratik Anlayışa zemin hazırlamasıdır; hazırlayabilmesidir… Çünkü, 21. y.y. Öncesi Felsefesi ve onlardan kaynaklanan Düşünce Sistemleri ve Kuramları, başkasının ya da tabir-i diğerle “Öteki’nin” reddi üzerine kurulmuştu.
Günümüz Felsefesi ve Medeniyeti ise, tamamen bu, “Tektipçi” Anlayışın yanı sıra “Öteki’nin Reddi Üzerine” kurulan söz konusu Felsefî Spekülasyonların ve Kuramların dağılması ve özellikle de “parçalanmasından” doğmuş, daha çoğulcu, “Tek Bir Mutlak Değer Anlayışı” yerinde, “Bütün Kültürlerdeki Pek Çok Farklı Değerlerin ‘Niceliksel’ Bir Toplamı Olan”, daha hoşgörülü, daha çoğulcu ve de daha “zengin” bir “Değerler ve Görüşler” bütünüdür.
Günümüz Türkiye’si olarak, dünyadaki bu değişme ve de gelişmelerin farkında olarak, paralelinde, Türkiye’de, Genel Eğitimin yanı sıra “Dinî Eğitimi” söz konusu bu yeni şartlara göre yeniden bir değerlendirip, bulunduğumuz, bu yeni çağa “en uygun” yeni bir Din Eğitimi Projesi geliştirmek ve uygulamaya yönelik pratik sonuçlara ulaşmak, “kaçınılmaz bir zarûret”, hem de “ivedilikle” çözülmesi gereken “en önemli hayatî bir problem" olarak önümüzde durmaktadır, diye tahmin ediyorum…
|
Orhan Ali YILMAZ
01.07.2008
|
|
Eğitim öncesinde hazırlıklarınızı tamamlıyor musunuz?
Yaz tatilinde seminer verecek eğitimcilerden ve eğitimlere katılacak okuyucularımızdan pek çok soru geldi. Bu hafta hangi hazırlıkların yapılması gerektiğini özetliyor ve faydalı olmasını temenni ediyoruz.
* Eğitim (seminer, kurs vb) verilecek olan salonun önceden havalandırılması çok önemlidir. Sandalyelerin dağınık şekilde durmamasına, gıcırdamamasına özen gösterilmeli, lambaların tamamının yanıp yanmadığı, havalandırmanın iyi çalışıp çalışmadığı ve salona giriş çıkışların rahat olup olmadığı kontrol edilmelidir. Eğer eğitim esnasında görsel (slayt, video) kullanılacaksa, sınıfın yeteri derecede karanlık olmasına dikkat edilmeli, tepegöz, bilgisayarlar ve diğer gereçler, öğrenciler gelmeden önce hazır olmalıdır.
* Yine öğrencilerin ihtiyaç duyacakları, kalem, kâğıt ve seminere ait materyaller kolaylıkla ulaşılabilecek bir yerde muhafaza edilmelidir. Seminerde öğrencilerin ihtiyaçlarına (kalem- kâğıt isteyen, sırasının değiştirilmesini isteyen ya da klimanın kapatılmasını isteyenlere) cevap vermek için bir kişi görevlendirilebilir. Böylece görevli kişi hemen harekete geçebileceği bir yere oturarak, öğrencilerin dikkatinin daha az dağılmasını sağlar.
* Eğitime katılmak için gelenler nazik bir ifadeyle karşılanmalı, eğitim ortamı (lavabo nerede, eğitime kaç kişi katılacak, yönetici kim, öğrencilerle kim ilgilenecek, eğitimci kim, ders notları- sertifika verilecek mi, kaç saat sürecek, mola var mı) hakkında bilgi verilmelidir. Öğrenciler, ilk zamanlarda eğitimciye ve diğer öğrenci arkadaşlarına karşı çekingen olabilirler. Yine eğitimden verim alıp alamayacakları, öğretmen ve ortam ile ilgili düşünceler oluşturabilirler.
* Yetişkinler, sorunlarına çözüm bulabildiği, kendini ifade edebildiği ortamda eğitimcinin beklentisinin üzerinde bir verimle eğitimleri tamamlayabilirler. Öğretmen, her ferdin özel ilgi alanlarını, mesleğini (öğrenciyse bölümünü), eğitimden beklentilerini öğrenmelidir. Böylece ders dışında öğrencilerle onların ilgi alanlarına uygun konularda konuşabilir, onlara yardımcı olabilir.
* Öğrencilerin eğitimden önce, eğitim konusuyla ilgili bir ön araştırma yapmalarında çok büyük fayda vardır. Böylece konunun farklı boyutlarını öğrenebilir, anlamadıkları noktalarla ilgili notlar alarak seminer esnasında bu soruları eğitimciye yöneltebilirler. Yine konu başlıklarını bir araya getirmek, eğitimcinin atladığı noktalarda katkıda bulunmaya yardımcı olur. Burada eğitimci, öğrencilerin konuya ilgisini görerek, daha dikkatli ve detaylı bilgiler verebilir.
* Eğitim sırasında öğrenciler bilgilerini paylaşmak istediklerinde, onların anlattıklarından da yararlanılmalıdır. Çünkü öğrenciler eğitime ne kadar çok katılır ve katkı sağlarlarsa verimlilik o ölçüde artar.
* Avuç içlerinin yukarıya bakması, kişinin her türlü düşünceye açık olduğunu ve desteklenme isteğini gösterir. Ellerin arkada birleşmesi güven göstergedir. Kişinin kendine güvendiğini hissettirir. Öğrencilerle göz teması kurmak çok önemlidir. Eğitimci, öğrencilerin onu göremeyeceği bir yerde uzun süre durduğunda öğrenciler öğretmeni görebilmek için ayağa kalkmak, eğilmek ya da uzun süre yan oturmak zorunda kalabilirler. Eğitimcilerin nefesi doğru kullanmayı öğrenmesi çok önemlidir. Nefes, ses tonunu oluşturmanın yanında konuşmanın daha dinamik olmasına yardımcı olur. Ses tonu dersin verimliliğini etkiler. Eğitimcilerin dış görünümlerinin püf noktası sade olmasıdır. Parlak renklerdeki giysiler ve kravatlar gerçekten şık durabilir ama kravatlar renkleri itibariyle çocukların sürekli dikkatini çeker. Pastel renkleri tercih etmek daha yerinde olur.
* Eğitime katılanların geribildirimleri sonraki eğitimlerin daha profesyonel olmasında önemli katkılar sağlamaktadır. Bu sebeple bütün katılımcılar için geri bildirim formu düzenlenmeli ve öğrencilerden bu formlara olumlu ve olumsuz düşüncelerini yazmaları istenmelidir. Formları eğitim bitmeden önce herkesin doldurması sağlanmalıdır. Çünkü eğitim sona erdikten sonra öğrencilerin birçoğu görüşlerini açıklamak istemeyecek ya da üstünkörü cevap vermeyi yeğleyeceklerdir. Öğrencilerin telefon, adres ve elektronik mektup adreslerini almak, daha sonra onlarla irtibata geçmenizi kolaylaştıracaktır. Eğitimin başında olduğu gibi, sonunda da öğrenciler güler yüzle ve nazik bir ifadeyle uğurlanmalı; son öğrenci eğitim yerinden ayrılana kadar beklenmelidir.
Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
|
Mustafa OĞUZ
01.07.2008
|
|
EĞİTİM ARAŞTIRMALARI
Öğretmenler tatili evinde geçiriyor
TÜRK Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Eğitimcilerin Tatil Eğilimi” konulu yapılan anketin sonuçlarını açıkladı. Türkiye genelinde 2 bin 123 eğitim çalışanının katıldığı ankete göre, öğretmenler tatillerini evinde geçirecek. Ankete göre eğitim çalışanlarının yüzde 41.8’i tatilini evde, yüzde 42.1’i ise memlekette geçirecek. Öğretmenlerin yüzde 16’sı ise tatilini tatil yörelerinde geçirecek. Buna karşın öğretmenler, bir haftalık tatil için ise kısıtlı bir bütçe ayırabiliyor. Ankete göre öğretmenler, tatil masraflarını ise genelde kredi kartına taksit yaptırarak finanse ediyor. Ankete göre öğretmenlerin yüzde 43.4’ü bu ana kadar hiç tatil yapmazken, yüzde 23’ü ise sadece bir kere tatil yaptığını açıkladı. Ankete katılan öğretmenlerin yüzde 80.5’i düzenli olarak tatil yapamadığını belirtti. Ayrıca öğretmenlerin yüzde 29.5’i tatili ihtiyaç olarak görmezken, bu öğretmenlerin yüzde 71.7’si tatil bütçesini çocuklarının okul masrafları için harcadığını kaydetti. Ankete göre öğretmenlerin yüzde 34’ü ise okullar tatil olduğunda ek iş yapıyor.
|
01.07.2008
|
|
SÖZ BİRLİĞİ
Haklı olduğunuza inanıyorsanız, sakin olmayı başarabilirsiniz
HAKSIZLIK yapıp bütün insanlarla birlikte olmaktansa, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir (Gandhi). İnsanlara karşı ne zorbalığa başvurun, ne de ezilip büzülün. En etkili yol, hem güçlü, hem vicdanlı olmaktır (Anonim). İnsanlar ancak adaletle doyurulur (Emerson). Ahlâkın olmadığı yerde kanun bir şey yapamaz (Napolyon). İnsanların çoğunda adalet sevgisi, adaletsizlik korkusu yüzünden vardır (La Rochefoucauld). Bir yargıç, iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir (Sokrates). Adalet topaldır, ağır yürür, fakat gideceği yere er geç varır (Mirabeau). Kötü yasalar, zulmün en berbat şeklidir (Burke). Yasaların bittiği yerde zulüm başlar (Lord Chatham). Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir (Montesquieu).
|
01.07.2008
|