Son asırda zerreler hayatın daha fazla içinde yer alır hale geldi. Daha doğrusu hayatın bu kadar içinde oldukları insanlar tarafından fark edilir hale geldi. Zerreler ile ilgili tanımlar geçmiş asra çok önemli farklılıklar getirdi. Olur ve olmazlar ile ilgili bol keseden ortaya atılan yaklaşımlar ve varlığın sadece maddî alana sınırlı olan algılanış ve tanımlanış şekli ciddî değişikliklere maruz kaldı.
Fizik ve metafizik alan şeklinde yapılan ayrımlar yavaş yavaş anlamını yitiriyor, her şeyin her şey ile bağlantılı olduğu hakikati varlık tanımının merkezine oturuyor. Bu anlamda bilim dine, felsefe nübüvvete, madde mânâya daha yakın hale geliyor. Hayatın ve varlığın anlamı ile ilgili yerleşmiş tanımlar daha kuşatıcı ve daha haddini bilir bir hal alıyor. Hayat anlamını yaratılış gayesi ile uyumlu şekilde ele alındığında buluyor. Fert çevresindeki her şeyi Rabbi ile irtibatlandırdığında varlığa yüklenen anlam o kadar farklı bir hal alıyor ki, yaşadığınız her halin ve her saniyenin anlamlı olmasının getirdiği güzellikle yaşanan bir hayat elbette çok daha anlamlı ve yaşanmaya değer bir anlam ifade ediyor.
Varlığın temel yapı taşı olduğu düşünülen zerrelere yüklenen anlam ve onların anlaşılması gerek bilimin, gerekse insanlığın en önemli problemlerinden biri olagelmiş. Belki de zerre anlamlı hale geldiğinde bütün varlıkların da anlamlı olacağı düşüncesi ile bu problem insanlığın gündeminde çok farklı bir yerde ve farklı bir önemde gözleniyor.
Bu anlamda Batı ülkeleri ve özellikle Amerika çok hızlı bir farklılaşma süreci yaşıyor. Varlığın bilimler tarafından tanımlanışındaki yeni ve bütüncül yaklaşım insanların çok ilgisini çekiyor ve hayatın bu açıdan anlam bulması arayışı gittikçe artıyor. Bu arayış ise Batılı düşünce tarzını adım adım nübüvvet alanına ve tevhidî bakış açısına taşıyor. Bu anlamda zerrelerin titreşimine tevhid bakışının getirdiği izah çok önemli ve insanlığın gelecek asırlardaki varlık tanımı açısından çok önemli bir yer tutacağa benziyor.
“Tahavvülat-ı Zerrat” isimli eserinde (30. Söz, İkinci Maksat) Bediüzzaman, zerrelerin titreşimini kudret kaleminin kâinat kitabının yazılması esnasındaki hareketinde zerre anlamını ifade eden kaleminin ucu şeklinde muhteşem bir tanım yapıyor. Sırf bu tanım çerçevesinde algılanan varlık tablosunda çevrenizdeki her şeyin kudret kalemi ile çiziliyor olduğunu bilmek şeklindeki varlık algısı ferdi her an kudret kalemi ile ve Rabbi ile irtibatlı hale getiriyor. Bu sadece ferdin dünyasını oluşturduğu varlık algısı ve benlik tanımı açısından bakıldığında bile çok güçlü bir hakikat.
Âlemlerin Rabbi ile Âlemlere Rahmet olarak gönderdiği zatı (a.s.m.) Mi’rac’da kab-ı kavseyn durumunda hissettiğimizde, bu iki kavis mânâsının ortasında kâinatı ve bütün varlıkları tevhidi bir anlam buluyor. Varlığın Hazret-i Muhammed (a.s.m.) tarafından Rabbi’ne yönelik algılanışında sanki zerrelerin titreşimi o mübarek ağızdan çıkan “saadet-i ebediye” ve Âlemlerin Rabbi’nin güzel isimlerine mazhariyet duâsının titreşimine dönüşüyor. Kâinat Sultanı’ndan bu âleme doğru yönelen boyutu ile yani melekût âleminden mülk âlemine yönelen şekli ile kâinat Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve onun duâsına çok gür bir sada ile ‘amin’ diyenlerin duâsını kabul ettiğini kâinat şeklinde ya da kâinat sesi ile ifade edişinin titreşimine dönüşüyor. İşte zaman ve mekân sınırlılığının dışına çıkılabilme imkânı olsa ve varlık, Kâinat Sultanı’nın, en seçkin muhatabı (a.s.m.) ile görüşmesi esnasında karşılıklı muhabbetlerin dile getirilişindeki mukaddes mânâların maddî âlemde karşılığı olan seslerin titreşiminin zerrelerin titreşimi şeklinde algılanan bir kâinat tablosu müthiş bir varlık algısı oluşturuyor.
Bu durumda elinizde tuttuğunuz bir bardak Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) Rabbi’ne yönelttiği bir sevgi ifadesine dönüşüyor. Bedeniniz ve çevrenizdeki bütün varlıklar Rabbinizin bu muhabbet ifadesine mukabelesinin ve bunu kulların alanına mülk olanların seviyesine inmiş olarak ifade etmesi esnasında, yani kevnî olarak ifade esnasındaki titreşime dönüşüyor. Dokunduğunuz ve algıladığınız her şeyin gerisinde Hazret-i Muhammed’in duâsının sıcaklığını hissetmek ve Rabbiniz’in o duâya mukabelesinin kudsî sesi ile zerrelerin titreştiğini algılamak çok güçlü bir varlık algısı. Zerrelerin bu mânâda titreştiğini algılayan ve bunu ruhunda gerçekten hisseden ferdin dünyasında hayatın sıkıntılı ve anlamsız olabileceği herhangi bir an ya da varlıkla bağında olumsuz bir yön bulunabilir mi? Varlığı Rabbi’nin elçisi (a.s.m.) görüşmesine şahitlik olarak algılamak ruhları zerreler gibi titreten ve tarifi imkânsız hayat enerjisi veren bir hal olmalı.
Varlığa getirilen bu Muhammedî (a.s.m.) muhabbet tanımı insanlığın tamamını ilgilendiren ve Mi’rac’da o zatın (a.s.m.) namaz kıldırdığu bütün peygamberlerin ve o peygamberlere tabi olanların da buluşma ve birleşme noktası olacaktır. Bu bir sosyal tevhid ve varlığın kuşatıcı anlamı etrafında topyekûn insanlığın buluşması anlamına gelecektir. Yani insanlığın selâmeti tevhidde ve tevhid hakikatinin hakkı ile idrakindedir. Kalplerin tevhidi de ancak bu mânâlar etrafında bütünleşmekle mümkün olacak ve gelecek asrın küresel köyünde okunacak ezan bütün insanlığa bir dâvet olacak ve tevhid hakikati etrafında kenetlenmiş bu köyün mensupları küresel bir Asr-ı Saadetin hazırlayıcıları ve ashabı konumuna gelecektir. Büyük bir umutla doğması beklenen İslâm güneşi ve Allah’ın nurunun sosyal boyutta tamamlanması bu tarz gelişmelerle olacağa benzer. Hizmet ufkunun ve gelecek planlarının bu bakış açısı ile şekillenmesi artık elzemdir.
Buna namzet hizmet erbabının sosyal düzenin ve dünya siyasetinin üstünde bir bakış açısı olmalı ve bu durum davranış ve fikirlerine açık bir şekilde yansımalıdır.
30.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|