ÖZGÜRLÜK VE SORUMLULUK İÇ İÇE
Sorumluluğun olmadığı bir özgürlük düşüncesi olamaz. Her davranış belli bir özgürlük istediği gibi, istediği özgürlük oranında sorumluluk da ister.
Davranış sahibi, kendisine tanınan özgürlüğü veya kendisinin istediği daha çok özgürlüğü kullanırken, kendisinin daha çok sorumluluk içerisine girdiğini kabul etmek durumundadır. Bu sorumluluk hem Rabbine karşı, hem de özgürlük tasarrufu kullandığı insanlara karşıdır.
Fıtraten, özgürlük tanınan insanlara sorumluluk yüklenmesi, yani özgürlük yaşının sorumluluk yaşı ile birlikte değerlendirilmesi dikkat çekicidir. Onun için rüştüne eren bir birey, artık özgürdür, ama sorumludur da.
Hukukta da, bireyin sorumluluğu, yaşa göre dikkate alınmaktadır. Meşru daire içerisinde şahane hür olan insan, aynı zamanda bütün kullandığı haklardan ve sergilediği davranışlardan sorumludur. Yani şahane kullandığı özgürlüğünün sonucunda bir takım sorunlar ortaya çıkmışsa, bunun gereğini de yerine getirmek durumundadır.
Özgürlük artınca, sorumluluk artmaktadır. Her birey kullandığı özgürlük alanının sorumluluğunu taşıdığını bilmek durumundadır.
HAKKIN HATIRINI ÂLî TUTMALI Kİ, HAK GALİP GELSİN
Bilindiği üzere, her kural pek çok tecrübelerden doğup gelmektedir. Hayatı zorlaştıran davranışlar, kuralların gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Toplum hayatı ancak böylece disiplinize edilmiş olmaktadır. Ancak burada çok önemli bir unsur, kuralların herkes için geçerli olmasına özen göstermek gerekliliğidir. Bir kuralın uzun ömürlü olması, o kuralın kişilere göre değişkenlik arz etmemesidir. Bir hatır için bozulmuş olan kural, önemli bir yara almış demektir.
Bu gün birisi için feda edilen hak, hukuk, yarın bir başkası için de feda edilebilecektir. Hak için yaşayanların, önce onun hatırını âlî tutmak için çaba içerisinde olması gerekmektedir. Yoksa hak benim için feda edilsin de, başkası için feda edilmesin düşüncesi, o kişi için bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Hakkın hatırını âlî tutmak ve başka hiçbir hatıra feda etmemek, çok önemli bir sosyal hayat kaidesidir.
KURALIN KRALLIĞI, KİŞİLERİN ONUN ÖNÜNDE EĞİLMESİDİR
Kuralın krallığı, kişilerin onun önünde eğilmesidir. Yoksa kuralın kişiler önünde eğilmesi değildir. Adamına göre değişkenlik arz eden kural, çiğnenmeyi hak etmiş demektir.
Kurallar insanlar için olduğundan, onu hakim kılacak yaklaşım da yine insandan gelecektir. Onun için hiç kimse kural ihlâlini içinde taşıyacak bir ayrıcalığa tabi tutulmamalıdır. Hakperest olan insanlar da böyle bir yaklaşımı kendi nefisleri için bile olsa kabul etmemelidirler. Hak ve hukukun hayat hakkı, kendisi için bir ayrıcalık istemeyen bireylerin varlığı ile mümkündür.
Bir kural, uygulandığı toplumda herkes için zorunludur. Yoksa hukuk kendisini hakka uymaya dâvet ettiğinde, hukuk dışına çıkma zamanı geldi yorumları, zorbalıktan başka bir şey değildir.
En güzeli de, vatandaşın kendisine kural ihlâlini içerecek bir adım atılmasını istememesidir. Böyle bir sistem adaleti, insanlar arası eşitliği, karşılıklı saygıyı beraberinde getirecektir.
Hakkını, hukukunu bilip arayan insanların oluşturduğu bir toplum, hür yaşamayı hak ediyor demektir. Yoksa o toplum, belki başka toplumların esaretinde olmayacaktır, ama kendi içindeki zorbaların esaretini yaşayacaktır.
Bu açıdan, özgürlük de bedelle kazanılan bir zaferdir.
KURALLAR, İNSANA SAYGI İÇİNDİR
Kuralsızlığın anarşizmi doğurduğu düşünüldüğünde, “Kurallar güzeldir ve insana saygı içindir, yoksa haklarını yasaklamak için değildir.” diyebiliriz. İnsanın kendisine ve çevresine zarar vermemesine dönük olan kurallar, zaten İslâmiyetin de kabulüdür. Ve medeni insan davranışlarının oluşması, ancak karşılıklı hak ve hukuku içine alan kurallarla mümkündür.
Bahsi geçen kurallar, hayatı zorlaştıran, yaşanmaz kılan, kişi hak ve özgürlüklerine müdahale eden, ‘yasaklar’ olarak zaten anlaşılmayacaktır.
İnsan onurunu gözeten, insana maddî ve manevî saygı içeren kurallar, insanları daha da özgür, ama sorumluluklarını unutmadan yaşatmaya dönüktür. Yoksa hayat alanını daraltan değildir.
KURAL, KİŞİNİN KENDİSİNE OLAN SAYGI İLE BAŞLAR
İnsanın başkasına zarar vermemesi, ama onun dışında istediği gibi yaşaması tanımlaması doğru değildir. Başka inanç ve düşüncelerden farklı olarak İslâm dini, kişinin kendisine de zarar vermesini engellemektedir. Çünkü kişinin bedeni, ruhu kendisine emanet olarak verilmiştir. Yani insan kendi bedenine ihanetten de men edilmiştir.
İslâm, insanı önce kul olarak kabul eder ve bunun gereği olarak da Allah’a karşı sorumluluğunu hatırlatır. Yani özgürlük ve sorumluluk, kişinin kendisinden başlayıp, dışa doğru dalga dalga yayılan bir alanı kapsamaktadır.
Hatta bütün insanların hayat alanı olan yeryüzü için de, ortak hukukları içine alan ortak sorumluluklar vardır. Artık insanlık ailesi olarak belli kurallar etrafında birleşmek, bir zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır. Yoksa insanlık kendi sonunu kendi eliyle hazırlamaktadır. Yani yoldan çıkan, kuraldan sıyrılan insanlık, erken bir kıyameti başına koparacaktır. Küresel bozulma sinyalleri, kişisel bozulmalarla başlamaktadır.
Bu durum birey için de geçerlidir.
Netice itibariyle, insan sosyal bir varlık olduğu için, kuralsız yaşaması düşünülemez. Aksi halde, küresel tehditler dünya hanemizin kapısını acı acı çalmaktadır. Artık bir insanın çevreye verdiği bir zarar, sadece o insanı ilgilendiren bir zarar değildir. O zaman herkes, attığı adımdan, kullandığı özgürlük tasarrufundan sorumludur.
Evet, kurallar, insana saygı içindir.
21.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|