İnsan bir seyyah değil mi? Âlem-i ervahtan ta haşre kadar süren bir yolun seyyahı… Hem seyyahın da oğlu. Âdem babamızın asıl yurdundan kopuşunun hicrânını bilirsiniz. Semalar arası yolculuğun Serendip’e çıkışı… Ve daha sonra Arafat’a yöneliş… Havva Anamızla vuslatından sonra da ömrünün seyahatle geçmiş olabileceğini tahmin ediyoruz.
Kur’ân-ı Kerîm birçok seyahatin yanı sıra “yaz” ve “kış” seyahatlerine vurgu yapar. Harekete müptelâ insanın iklime göre seyahatini haber verir. Ecdâdımızın yazdan kışa, kıştan bahara uzun mesafelerde göç ile yaşamasını yalnızca hayvancılığa bağlamak elbette doğru değildir. Mekke vadisinin fizikî şartları da seyahati sâkinlerine şart koşunca, “seyahati” Müslümanlar neredeyse gelenekselleştirmişler. Hem Medine-i Fazılanın ve hem de hakikî medeniyetin kurucusunun seyahate teşvik eden hadîs-i şerifleri de bu geleneği bizde iyice oturtmuştur.
Şehirleşmenin her zaman “medenîleşme” mânâsına gelmeyeceğini bolşeviklerin “toplama şehirlerinden” biliyoruz. Zorla medenîleştirmek elbette olmaz. Buna en güzel şahit, Osmanlı padişahının fermanını dinlemeyen Dadaloğlu’dur. Sovyet Rusya’sındaki hürriyetperverler de Dadaloğlu’nu izlemek istemişler, ama neticesi en az beş milyon kurbana mal olmuş. İnsanı seyahatten men etmeye kalkışmayı “vahşet ve bedeviyete” dahil edenler elbette haklıdırlar.
Başlığımıza yaz seyahati veya sıla-i rahim dememiz, hadisenin pratiğini izah içindir. Zira okullar, bazı fabrika ve işyerleri tatil yapsa da insan tatil yapmıyor. Harekete düşkün insan için “tatil yapıyor” demek, hadiseyi yanlış izah mânâsına gelir. Tatil dedikleri zaman, hayatın, bir başka boyutunda “yoğunca yaşanmasıdır.” Evvelâ tebdil-i mekândaki güzelliği yaşamak isteyen insan ufuklara bu niyetle bakar. Aynı mekândaki uzun durağanlığın belki de sebep olacağı atâlete karşı bir tedbirdir seyahat… En önemlisi de en belirgin ve vazgeçilmez vasfımız olan “garip”liğin bizi bir yerlere sürüklemesidir. Asıl vatanından ayrılışın hırkatiyle yolculukların meşakkatine katlanmıştı babamız. Vuslatın cazibesine tutunarak geçti tüm yolları. Zîşan Efendimizin “Veda Haccının” bir başka mânâsı vuslat olmaz mıydı? Gurbeti ismine taşıyan Bediüzzaman Hazretleri, sılayı hem zamanda, hem coğrafyalarda aradı. “Maskat-ı re’sim” dediği diyarlara hasretini, İstanbul, Barla ve Konya ile gidermeye çalıştı. Dünyevî son rıhletindeki istikâmet de çocukluğunun geçtiği yerlerdi.
Çocukluğumuz gurbetimizle şiddetlenir ve bizi mütemâdiyen takip eder. Altmış-yetmiş yaşındaki çınarların, yüksek dalından yere düşmüş kırmızı elmaya, eteklerini sarkıtmış eriğe ve garip bir musiki ile dallarına davet eden kayısı ve duta nasıl eğildiklerini ve koştuklarını sılada görenler; gurbet, sıla ve çocukluk arasındaki münasebeti yaşayamamışlarsa, ayıplayabilirler… Çocukluğumuz devam ettiğine göre, söylenenlere çocukça takılacağız demektir. Herbirimiz Anadolunun ciğerparesi değil miyiz? Dört bir ucundan kaderin koparıp, dünyaya saçtığı. Rıhlet mevsimi gelince de, Büyük Okyanus, Atlas ve Galiçya demeden turnalarca uçarız vuslata… Avrupa üzerinden küçük Asya´ya bir göç sökünü başlar. Anadolu’dakiler de bizden pek farklı değillerdir. Doğudan batıya, batıdan doğuya sıla tahassürü ile bir koşuşturma başlar. Seyahatlerinin ebedî yurtlarda noktalanacağını bilenler, sıla-i rahmi yalnız yaşayanlara hasretmezler, onlara göre sılada ziyaret kabristanda başlar. Baba, dede vatanını ziyaret ederken yaşayan akrabalarına oradaki “Nur kardeşlerini” de ilâve ederler. Size her namazdan sonra ünvanınızla dua eden kardeşleriniz, nesebî kardeşlerinizden daha ileri sayılmaz mı? Yaz seyahatinde, Nur merkezlerindeki nuranî kardeşle tanışmak veya hasret gidermek “yaz seyahatinin” önemli unsuru olsa gerek.
Kur’ân’da “rıhl” veya “rihle” kelimesi genellikle uzun seyahatler için kullanılmış… Ecdadımız ise “rihle”yi rıhlet yapmış. Seyahatin mesafesini de iyice uzatmış. Dünyadan ukbaya geçişin manâsına bürünmüş rıhlet… Varsın öyle olsun. Hayat bir “gölgelenme” kadar kısa olduğuna göre… Sevdiklerimiz hep önden gittiklerine göre… Varsın yaz seyahatiyle rıhlet birbirine karışsınlar… Tatilin olmadığı insan hayatındaki seyahatlerini Müslümanlar iyice çerçeveleyemezlerse, Kur’ân ve insâniyet karşıtları onu da bozacaklar. Gayr-ı medenî, pis, egoist ve hayvanlara rahmet okutturan ikinci Avrupa’nın cereyanları yurtlarımızı, hayat ve vuslatlarımızı işgal etmeden, “yaz seyahati veya sıla i rahim” dediğimiz ulvî tenezzühlerimizi çerçeveletip, dost düşmanın görebileceği bir yerlere asmamız gerekiyor.
20.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|