Benim hâlim, Yeni Camideki vaizi dinleyen yeniçeri Mehmed’in hâline çok benziyor. Hadiseleri hep arkadan takip ediyorum. Bazen ateş bacayı sarmış oluyor. Çoğu kez de “atı alan Üsküdar’ı geçmiş…”
Masum sloganların, cazip ve faydalı elbiselerin, genellikle ilmîlik kisvesinin arkasına sığınan gayr-ı fıtrî kursların ve bilgilerin zararlarını, önceden keşfetmek pek de kolay değil. 12 Eylül ihtilâliyle birlikte, dindarların “batıdan gelen bilgilere” koydukları süzgeçlerin muhafazakârlarca kaldırıldıklarını çoğumuz bilmeyiz. Semavî dinleri reddeden, tabiat ve maddeyi ilâhlaştıran ikinci Avrupa için söylenen “Avrupa adaveti baki kalmalı” tavsiyesine kulak vermeyen Türkiye Müslümanları, son zamanlarda “dinsiz Batı felsefesinden” tokat üstüne tokat yiyorlar… İşte bunların en dehşetlilerinden birisi de, dindarlarımızı kuşatan “kişisel gelişim kursları…”
Avrupa ile Asya farkını bilmeyenler, Asyalının da Avrupalı kadar konuşkan olmasını isterler. Halbuki bu halin Asyalıda “gevezelik” şeklinde tezahürünü bilmezler. Felsefî düzenbazlıklar, fırıldaklar, dalkavuklar, mürailikler ve riyâkârlıklar, Avrupa kültüründe müsbet olarak anlaşılabilinir… Ya bizde… Doğu ile batı farkını karakterlerde, davranışta, adapta ve temel ahlâkî değerlerde kapatmak isteyenler olabilir. Fakat “… aramızdaki derenin pek derin olduğunu, doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemeyeceğimizi…” söylememiz lâzımdı. Veya Avrupa kültürünün müsbetlerine karşı Asya kültürünün üstün ve müsbet noktalarını göstererek, karakteri zayıf olanları komplekslerden kurtarmamız gerekiyordu… Yapmadık… Yapamamakla kadere fetva verdik… Boşluğu felsefenin gayr-ı fıtrî bir tarzı olan “kişisel gelişim” doldurdu.
Gençliğimizin fıtratını bozan, teceddüd ve terakkiyattan alıkoyan bu felâketin mevziî olduğunu düşünüyordum. Bütün dinî cemaatlerin iyi niyetleriyle bu “bozgunculuğa” kapılarını sonuna kadar açtıklarını gecikmeli duydum. Büyük paralar karşılığında; polisin, diyanetin ve birçok resmî kurumun memurlarını bu kurslara gönderdiklerini; dînî dernek, vakıf ve cemaatlerin hizmet kalitelerini arttırmak üzere elemanlarını bu eğitimden geçirdiklerini çok sonradan duydum. Bilhassa AKP'li belediyelerin, kırsal alanlardan büyük şehirlere göçmüş Anadolu kadınının utangaçlığını ve çekingenliğini gidermek üzere “kişisel gelişim” alanında büyük hizmetler verdiğini ilânlarından öğrendim.
Kişisel gelişim uzmanları insanı yetiştirmeye çalışıyorlar. En iyi insan modelini ve prensibini de Avrupalı feylesoflardan alıyorlar. Avrupalı ve Amerikalı insanlara bizi benzetme cehd ve gayretiyle çalışan bu uzmanların şarkı, sünnet-i seniyyeyi ve tefsiri bilmedikleri bir vakıa… Beşerî ilimlerde Asya’nın vahiy ve peygamber pratiğini bin beş yüz senedir, esas aldığımızı bu uzmanlar bilmezler. Bu uzmanlar R. Pelz’i tanırlar. Sosyolog olarak da Karl Popper’i…
Avrupa’da kişisel gelişim kursları olmaz. Artistlik ve futbol okulları olmadığı gibi… Kültürlerinin bir neticesi olan bu karakteristik tipler için kurslar açılmaz, Avrupa’da… Yalnız; pazarlama teknikleri, menejerlik dersleri ve reklâmcılıkda bu yöntemleri kullandıklarından, üretim ve ticarete yönelik “kişisel gelişim kurslarını” diğerleriyle karıştırmamak gerekiyor.
Türkiye’deki muhafazakâr çevreyi saman alevi gibi kuşatan “kişisel gelişim” kurslarının da dayandığı bir hakîkat vardır, mutlaka… İnsanımızı Kur'ân ve sünnete göre tanımaya ve tanımlamaya çalışmamamız, cehaletin gelenekleri sarmalaması, ziraî toplumdan sanayi toplumuna geçişimiz, şehirleşme modelimizde materyalist Avrupa’yı taklit edişimiz gibi yüzlerce sebebin oluşturduğu boşluğun birileri tarafından doldurulması kaçınılmazdı. Programsızlık, zamanı fıtrata göre kullanamayışımız, fert ve cemiyete hakim hantallık kabilinden unsurları da ilâve etmemiz mümkündür. Kişisel gelişimle mekanik veya otomatik bir toplum meydana getirmek isteyenlerin dayanaklarının çürük olduğu, ilmî olarak isbat edilmiştir. Şu yazının çerçevesi o hususlara girmeye zaten müsaade etmez. Ancak şu noktayı tekrar vurgulamak istiyoruz: Materyalist Batı felsefesi insanı keşfetmekten yapısı itibariyle çok uzak… Her insanın ayrı bir dünya olduğunu da bilmiyor. Tıpta olduğu gibi, her hastalığın müstakil olduğunu da anlayamıyorlar. Anlayamadıklarından acz ve fakrlarını da hissedemiyorlar. Kafalarında oluşturdukları kalıplara her şeyi akıtarak dondurabileceklerini zannediyorlar. Felsefenin hakim kıldığı aklın enaniyetine kapılarak geçici olarak insanları iğfal ediyorlar… İnsan fıtratına, iç âlemi ve ruh dünyasına olan bu tür müdaheleler, netice itibariyle yine insanı mutsuz ediyor ve edecektir. Aşırı üretim isteğinin çok zararlı bir hırsa dönüşerek dünyamızın başına açtığı felâketlerle, insana ve cemiyete “kişisel gelişim” teraneleriyle yaşatmak istiyorlar.
Bu tür felsefî programların tamamen şarlatanlık olduğunu iddia etmiyoruz. Mutlaka içinde ilmî metodlar, fıtrî deneylerin faydalı neticeleri olacaktır. Fakat bütün bunlar, insan fıtratını terennüm eden âyet ve hadisin süzgecinden geçirilmeden yapıldığından, netice itibariyle dindar çevrelere yalnızca zarar vermiştir. Tarîkattaki otoriteyi parçalamış, gençlerin ebeveyn ve büyüklerine hürmetlerini kırmış, karakterlerde lüzumsuz ukalalık ve serbazlığa yol açmıştır. Daha çok genişçe incelenmesi lâzım gelen bu mevzuya katkıda bulunmak isteyen okuyucularımıza şimdiden teşekkür ediyoruz.
16.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|