“Leziz taamları, güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanı ve o Rahman-ı Rahim’in in’âmı cihetinde sevmek, Rahman ve Mün’im isimlerini sevmektir, hem mânevî bir şükürdür.”
Sözler, Bediüzzaman
Yemyeşil bahçemizdeki, üç dut ağacından en beyazının ve en ballısının altındayım. Var oluşun odak noktasındayım.
Bir merak sardı bugün. Dut ağacının macerasını bir de kendinden duymalıyım dedim. Göz olup görmek, kulak olup dinlemek sevdasındayım. Sakın ola, susuyor sanmayın ağaçları. Bunu aklınızın ucundan bile geçirmeyin sakın. Yaprağıyla, çiçeğiyle, meyvesiyle coşup, konuşuyor ağaçlar. Dallarında şakıyan kuşlarla konuşuyorlar. Hem de ne konuşmak…
Hayretteyim yine Rabbim. Bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş; Senin her işine, her dem hayretteyim.
Bizim dut da bir zamanlar küçücük bir tohumdu. Ağaç olmak istedi Rabbinden, “Senin güzel isimlerinin nakışlarını kendimce, kendi kabiliyetimce göstereyim izin ver” dedi. Ve duâsı kabul olundu. Bu kadarla kalmadı, tohum ağaç oldu, ama ağacın duâsı hiç bitmedi. Bu defa da her bahar, yeşeren ellerini göklere doğru açıp, günler ve geceler boyu hiç aralıksız Rabbini zikretti durdu. Ona devamlı duâlar sundu. Sonunda duâları kabul olundu. Kıyamdan rükûa durdu. “Ağaç, meyvesi olunca başını aşağı salar,” derler, aynen böyle oldu. Ve meyveler olgunlaşmaya, o tatlı, bal gibi dutlar belirmeye başladı. Hem de yüzlercesi, yüz binlercesi birden görünüverdi dallarda.
Gün be gün belirlenen hedefe doğru yürüdüler. Olması gereken büyüklüğe gelince de kokular süründüler, kendilerine has renklere büründüler. Dikkatimizi çekmek, iştahımızı açmak için, dallarının elleriyle uzattılar bize kendilerini; “haydi geliniz, Bismillah deyip yeyiniz” dediler. Bazı gözler görmese, bazı kulaklar duymasa da; kalp gözü ve kalp kulağı açık olanlar bu sesi, bu dâveti duydular. Belki ben de bunun için buradayım, bu ağacın altındayım.
Hayretteyim yine Rabbim! Senin her işine, her dem hayretteyim.
Bahçemizin uzak köşesindeki diğer ağaçta, tek bir dut bile göremedim. Bu ağacın dalları ise, meyvelerinin ağırlığından yerlere sarkmış, âdeta rükûa varmış. Ne güzel söyler rahmetli Arif Nihat Asya, “Bir ağaç ki; / eğile eğile ibadet olmuş. / Bir ağaç ki, / ‘ağaç’ deyip geçmek âdet olmuş.”
Belli ki maharet dallarda, ağaçlarda değil; hepsi birer tablacı. Sen vermezsen, rahmet hazinenden çıkarıp göndermezsen, onlar bize tek bir meyve dahi yüklenip getiremezler. Belli ki her bir ağacın servis penceresi gibi, Senin gönderdiğin nimetlerin takdimini, sunumunu yapmaktan başka bir görevi yok. Yapan, yaptıran Sensin. Ağacın, dalın, çiçeğin, meyvenin, hâsılı her bir sebebin, her bir perdenin arkasında iş gören Sensin. Senin bin bir güzel ismin. Senin emrin, Senin iznin olmadan hiçbir yaprak düşmez, hiçbir ağaç, hiçbir meyveyi veremez.
Yâ Allah, yâ Rahman, yâ Vedûd, yâ Fettâh; bize burada tattırdığın bu leziz nimetlerinin asıllarını membalarını göster, bizi huzuruna ve ebedî ziyafetgâhın olan Cennetine al. Orada yedir, orada da nimetlendir. Biz rızık isteyen âciz kullarınız. Sen ise duâlarımıza en güzel şekilde cevap veren, Rahman ve Rahîm olan Rabbimizsin.
...
Mesnevî’de Habbe’nin başındaki Arapça ibarede belirtildiği gibi; “Ben tevhid meyveleriyle yüklü bir ağacın dalıyım. Tevhid incileriyle dolu bir denizin damlasıyım.” Bir damlacığım amma ummanlara gebeyim. Rahmet sofrandan her zaman lezzet ve âfiyetle yeyip içmekteyim. Sonsuz hamd ve şükürle... Şükürde bir zahmet yok ki... Bilâkis, gönderdiğin nimetlerin lezzeti, hamdle ve şükürle artıyor. Çünkü o şükürle, nimette in’âmı görüyorum. Yani beni nimetlendirenin Sen olduğunu ve o nimetlerin Sen’den geldiğini biliyorum. Ve bütün kâinata ilân ediyorum. Geçip giden hiçbir nimetin ardından elem çekmiyorum. Çünkü Seni Mün’im-i Hakikî bildiğimden hiçbir zaman, hiçbir nimetin yerini boş bırakmıyorsun, daima misliyle doldurup, yeniliyor ve tazeliyorsun.
Kendinden habersiz, içinde ne olup bittiğini bilmeyen kara toprağın bağrından, bu güleç yüzlü rengârenk meyveleri, ağacın yani tatsız tuzsuz bir odunun eliyle bizlere gönderen Sensin.
Güneşten ışık gelmez, Senin emrinle gönderilir. Gökten yağmur inmez, ancak Senin emrinle indirilir. Toprağa emir gelir, “besle” diye; ve toprak, Senin emrinle çekirdeği besler. Bir küçücük çekirdek yüzlerce kiloluk bir ağaç olur; göklere uzanır devrilmez. Köklere emir gelir, “toprağa yapışın” diye ve ağaçlar ayakta kalır; yine Senin emrinle…
Güzel Allahım, güzel Rabbim, Senin emrinle toprak binlerce çiçeği, binlerce yaprağı besler büyütür. Sessiz, gürültüsüz bir fabrika gibi yıllarca çalışır durur. Fakat o topraktan neredeyse hiçbir şey eksilmez. Neden bu böyledir? Bir akıl ve bir iman sahibi çıkıp sormayacak mı? “Kim bu işleri yapan harika san'atkâr” diye bu en hayatî soruyu sormayacak mı? Ve bunu öğrenmeyecek mi? Cevabı açıktır; hepsinin rızkı, onları besleyip büyüten Rabbimizin hiç tükenmeyen rahmet hazinelerinden gelir, yani gönderilir.
Kara toprağın bağrından, tertemiz rızıkları çıkarıp, onları en güzel tat ve kokularla donatan Allahım; en lâtif ambalajlar içinde takdim eden Yüce Rabbim, Senin her işine ve her şeyine, her dem hayretteyim… Varsın Allah’ım varsın ve birsin. Hem birsin, hem teksin, hem en büyük Sen’sin. Allahu ekber’sin. Şinasî’nin o pek nefis tekrarlı ve ikrarlı ifadesiyle, “Ey varlığı, varı var eden Var / Yok yok Sana yok demek ne düşvar.” Yani, “Ey varlığıyla var olan her şeyin var oluş sebebi olan Var; / Yok, yok Sana yok demek hele ne zor şey!..”
Bir meyve deyip geçtiysem, gafletle ya da küçümseyici bir bakışla bu işleri görmezden geldiysem, sonsuz rahmetinle ne olur affet. Bir tek meyve için dahi olsa, Senin dünyalar dolusu şükürlere lâyık olduğunu görüyor ve biliyorum. Bu şükür duâsını, sonsuza kadar hiç bıkmadan ve yorulmadan söylemek istiyorum. Niyetimizi kabul eyle… Ağaçların ve meyvelerin, tohumların ve çekirdeklerin niyetlerini kabul eylediğin gibi, bizim de duâ ve niyetlerimizi kabul eyle.
…
Her gün son gün gibi geliyor; her akşam son akşam gibi. Her namaz vakti, son namaz vakti gibi; bir telâş, bir heyecan içindeyim. Yapılacak bunca iş, telâfi edilecek bunca zarar ve ziyan varken, sermayem gün be gün erirken, ya kalbim birden duruverirse? Ya aldığım şu birbirinden mukaddes olan nefesler biterse, diye derin düşüncelerdeyim…
Geçen gün, bir dostun cenaze namazında helâllik verilirken hoca efendinin veciz konuşması içimde yer etti: “Bu kardeşimize şahitlikte bulunup, helâllik vermekle görevimizi yapıyoruz, bu gayet güzel; ancak biz de yaşayanlar olarak, yeryüzünde Allah’ın (cc) ve hakkın şahitleri değil miyiz? Bizim de üzerimizde birçok kul hakkı yok mu? Vakit ve fırsat varken, üzerimizdeki haklar ve hukuklar için, onların sahipleriyle şimdiden helâlleşmemiz gerekmiyor mu? İlle de vefat edip, musalla taşına getirilip, helâlliği burada mı almamız gerekiyor? Bunu yaşarken yapmalıyız, mahşere kalırsa işimiz çok zor,” demişti.
Merhum Ali Ulvi Kurucu Bey hatıralarında, rahmetli Bekir Berk Ağabeyin, vefatından önce, iki üç yıl boyunca, uzak yakın demeden bütün tanıdıklarına ulaşmaya çalışıp, herkesten tek tek helâllik almak için sergilediği ince ve hassas davranıştan sitayişle bahseder.
Rabbim, bizi kul hakkıyla huzuruna alma, kimin üzerimizde az ya da çok hakkı var ise, hak ve hukuklarını helâl etmeleri için vekilimiz Sensin. Hasbünallahi ve ni’me’l-vekîl. Sen ki, ne güzel vekîlsin. Rahmetin öylesine kuşatmış ki dört bir yanımızı, zerrece boşluk yok… Rahmetinden uzak tutma bizi…
Hayranım Sana. Her işine, her şeyine, her dem hayretteyim Rabbim. Tekrar tekrar hayretteyim. Abdülhak Hamid’in dediği gibi; “Hayretteyim, hayreti tarif ne mümkün / Hayret ile hayret veririm hayrete tekrar.”
Ey kuru dallara can verip dirilten Rabbim! Bizim de hayatımıza yepyeni bir can bahşeyle. Günahlarımızı rahmetinle affeyle… Belki bu duâ için buradayım, bu dut ağacının altındayım.
Damarlarım boşalmış, kurumuş âdeta. Dolmayı, yeniden doldurulmayı bekliyor. Şu an altında bulunduğum bu bereketli ağacın içimi tazelemesini, ruhumu beslemesini Senden niyaz ediyorum Rabbim.
Yeryüzündeki bütün meyveler, bu bahar da bizden bir şükür ve tefekkür görevi bekliyor. Bunu hiç olmazsa bu dut ağacının altında; bütün yeryüzündeki ağaçlar ve meyveler için yapılmış bir niyaz olarak bizden, tek tek hepimizden, bütün mü’minlerden en samimî bir duâ yerine lütfen kabul eyle. Belki de bunun için buradayım; yeryüzündeki fettahiyet hakikatinin bir ağaçta şahidi olmak için. Hiç olmazsa bu bahar geç kalmamalıyım. Geç kalmamalıyız...
Ey Rabbimin bin bir isminin şahitliğini yapan yerler, gökler, ağaçlar, meyveler hakkınızı helâl ediniz. Ey doğan güneşler, batan aylar, ışıldayan yıldızlar, basıp geçtiğimiz topraklar, hakkınızı helâl ediniz. Ey sesini ve zikrini dinlediğimiz rüzgârlar ve ey yaşadığımız baharlar, ey günler, saatler, anlar hakkınızı helâl ediniz.
Allahım şefkat ve merhametin dünya ve ahireti kuşattığından ve rahmetinin ise çok özel cilveleri olduğundan, Sana sonsuza kadar hamd ve senalar ediyorum. Kalbimize bu sevgiyi koyan ve bize bu dersi veren o biricik Sevgili Peygamberimize de (asm) sonsuza kadar hadsiz salât ve selâm olsun.
Not: Değerli kardeşim ve dâvâ arkadaşım avukat Cemal Başaran’ın sevgili anneciğini bu hafta ebediyete uğurladık. Bardaktan boşanırcasına rahmetin yağdığı bir günde, ellerimiz duâya açıldığında, avuçlarımız rahmetle doldu ve yıkandı. Neziha Teyzemizi yakînen tanırdım. Hatta bundan bir müddet evvel, evinin önünde sohbet edip, helâlleştiydik. Rabbim mekânını cennet eylesin. Defnedildiği günkü gibi ruhuna da bol bol rahmetler insin inşaallah.
Yine kendisinden ilk Kur’ân dersi aldığım Hocaannem Müzeyyen Hanım’ı da aynı günlerde ebedî yolculuğuna uğurladık. Annemin gönül dostu ve sırdaşıydı. Vefalı bir insan idi. Kapısını çalıp, bir buket çiçekle gitmeyi çok istediğim halde olmadı, gidemedim. Neden böyle ihmalkâr davranıyorum Rabbim. Bu son pişmanlık fayda verir inşaallah. Her iki merhumeye de Rabbimden sonsuz rahmet, af ve mağfiret diliyorum. Sizlerden de duâlar ve Fatiha’lar bekliyoruz.
Ve Faruk Erdem Abi; bu haftanın bir ebediyet yolcusu da o oldu. Rabbim mekânını cennet eylesin... Birkaç gün önce rica ve izniyle yaptığımız dersin o şah cümlesiyle, “Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur.” Evet, kader ve ecel konuşunca bize susmak düşer. Rabbim, cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin. Hz. Peygamberimize (asm) âl ve ashabına komşu eylesin; hem kendisini, hem hepimizi... Unutulmaz bir hizmet ehli ve gönül erbabıydı; özleyeceğiz, hem de çok... Binler rahmet duâsı ile...
14.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|