“SEVGİLİ hocam, öncelikle ellerinizden öperim, ben sizin Davutpaşa Lisesi ortaokul öğrencilerinizden Ayhan Akpınar.
“Aradan bunca geçen yıllara rağmen sizi arayıp sormamak ve helâllik almamak bizim cahilliğimizi gösterir. Bu vesile ile hakkınızı helâl edin hocam. Biz ancak işte başımız zorda kalınca sizi hatırlıyoruz. Geçenlerde tesadüfen internette ‘Herkes zengin olabilir’ başlıklı yazınızı okudum. Hocam şu an yaşım 36 ve bu dünyanın sanki bütün yükünü ben çekiyormuş gibi yoruldum ve kazancım maddî anlamda kocaman bir sıfır. Bu pek de önemli değil benim için. Asıl mesele manevî olarak okyanusta başıboş gezen bir sandal gibiyim.
“Sevgili hocam benim eksiğim, kurtuluşun Allah (c.c.) yolunda olduğunu bildiğim halde bu yolda yönümü sabit tutamamak. Sevgili hocam, burada sizden isteğim benim gibi kayığını şer dalgalarına ve günah kayalıklarına vuran birine kılavuzluk etmenizdir. Saygılarımla… A.A.”
1980-87 yıllarında İstanbul Davutpaşa Lisesinde öğretmenlik yaptığım yıllardan talebem Ayhan’ın şerzenişleri bunlar. Ayhan’ın elinden tutmak lâzım şüphesiz.
Sevgili Ayhan,
İletiniz bir anlamda beni sevindirdi. “Okyanusta başıboş gezen bir sandal gibiyim” ifadenizi okuyunca da üzüldüm. Ama derdinizi hissetmeniz de güzel bir adım. Derdini bilen arayış içindedir demektir. Arayış içinde olan da mutlaka dermanını bulur. Bir de derdini bilmemek var. Bu daha kötü. Çünkü dertli olduğu halde derdini bilmeyen o dertten nasıl kurtulacak?
Derdi bilmek de yetmiyor tabiî. Nasıl maddî hastalıkların tedavisinde uzman doktorları arıyorsak manevî meselelerde de meselenin uzmanlarını bulmamız gerekiyor.
Yeni aldığımız bir makinenin düzenli ve verimli çalışması kataloğuna uygun kullanmakla mümkün olduğu gibi, harika, muazzam, canlı makine olan bizler de Yaratıcımızın ortaya koyduğu ölçüler içerisinde mutlu bir hayat sürebiliriz. Bunları ya bizzat kitabında veya Resûlü vasıtasıyla bize bildirmiş.
İşte Resûlünün koyduğu mutluluk prensiplerinden biri: “Hayatından emin, sağlığı yerinde ve günlük geçimini sağlayacak kadar rızkı bulunan kimseye sanki dünya ve-rilmiş gibidir.”1
Çoğu kimsenin sahip olup da farkına varamadığı hazineler hükmündeki nimetler bunlar. Ama nice insan dev gibi bu büyük nimetleri görmez de sinek kanadı kadar önemsiz bazı hususların eksikliğinde yoğunlaşırlar. Sinek kanadını gözünün önüne getirip dağı göremediği gibi o eksikliği gözünde büyütür de büyütür, dağ gibi yapar.
Bu dünyada herkesin her şeye ulaşması mümkün değil. İhtiyaçlar sonsuzdur, bitmez. Elbette güç ve imkânlar ölçüsünde gerekli şeyleri elde edebilmek için gayret göstereceğiz. Ancak elde edemediğimiz zaman da, “Niye falanın var da benim yok” gibi bir üzüntüye kapılmayacağız.
Asıl zenginlik gönül zenginliği değil mi? Güven içinde yaşama, sağlıklı olma ve günlük rızkımızın bulunması gibi bir zenginlik düşünülebilir mi? Öyle ya, bütün dünya bizim olsaydı da müzmin bir derde yakalansaydık, sağlığımız yerinde olmasaydı neye yarardı? Daha fazla söze ne hacet? Üzerimize devlet kuşu konmuş haberimiz yok. Ne kadar şükretsek az değil mi?
Dipnotlar:
1. Tirmizî, Zühd: 36; İbni Mace, Zühd: 9.
16.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|