Nuray Bezirgan olayıyla birlikte yeniden bir 28 Şubat atfı veya tartışması yaşanmaya başlandı ve olay Fadime Şahin olayına benzetildi.
Halbuki, ikisi arasında dağlar kadar; bilemediniz yer-gök veya sera ile süreyya kadar bir fark var. Ama Nuray Bezirgan olayına 28 Şubat penceresinden ve zaviyesinden de bakabiliriz. Aralarında bir bağ olabilir. Bu bağ aslında ‘Teke Tekçi’ Fatih Altaylı ile 28 Şubat arasındadır. Tuncay Özkan ile Fatih Altaylı birbirine benzeyen ikili...
Kuşkusuz ideoloji hamalı değiller bilâkis ideoloji ihalecileri denilebilir. Yapılan mühendisliklerin ihalesini alıyorlar. Altaylı her dönemde karşımıza farklı kimliklerle çıkıyor. Her dönemde karşımıza kendi konumunu, pozisyonunu konsolide edecek malzemelerle çıkıyor. Bu tür malzemeler arayıp bulmakta gerçekten de mahir. Üzerine yok. 28 Şubat sürecine giden süreç içinde Ak Parti’yi değil de Ak TV’yi gammazlamıştı. Merhum Esad Coşan Hoca, Yahudi ve Musevilerle alâkalı olarak bir hadis okumuş ve bunu yorumlamıştı. Bu hadis-i şerifi toplum içinde kin ve nefret tohumları yaymak olarak nitelendirmiş ve şikâyetinden dolayı da AK TV’ye işlem yapılmıştı. Ardından başbakan Hülya Avşar’ı keşfetmeden Fatih Altaylı’yı keşfetmiş ve uzun yıllar kamuoyuna onun ekranından ve penceresinden hitap etmiş ve ulaşmıştı. Ne olduysa aralarına yeniden kara kedi girmiş ve Fatih Altaylı eski mevzisine dönmüştü ama bu arada başbakanla yaptığı sohbetlerdeki gibi reytinglere ulaşamamıştı. Sonunda bunun da kolayını buldu. Bu defa başbakanın yerine ekranları şenlendirecek bir isim bulmakta gecikmedi. Emine ŞENLİKoğlu. Altaylı ile ŞENLİKoğlu arasında yapılan harareti yüksek konuşmaya muttali olamadım. Ama kulaktan kulağa akseden bu konuşma benim kulağıma da çalındı.
***
Şimdi dişine göre amatör ŞENLİKoğulları bulmuş. Bunlardan birisi Nuray Bezirgan diğeri de Kevser Çakır. Ne diye böyle kalemini tetik olarak kullanan birisiyle ekranları paylaştılar anlayamadım doğrusu. Teke Tek’de düello etmek çok mu lâzımdı. Zira Teke Tekçi herif daha önce ağzına geleni söylemiş ve ağzını tutamamış ve başörtülülere ‘fahişeler’ diye hakarette bulunmuştu. Yarasa edebiyatının yapıldığı yıllarda bu edebiyata o da ‘fahişeler’le katkıda bulunmuştu.
Başörtülülerin kendilerine böyle hakaret eden birisiyle ne hesapları olabilirdi! Acemi çaylaklıktan dolayı mı yoksa ekranın cazibesi mi çarptı onları? Hangi sebepten dolayı Emine ablalarına özendiler?
Başbakanımız da eski müdavimlerinden birisi olarak bilmeden genç kızları özendirmiş olabilir. Onlar da bir mahzuru yok diye düşünmüş olabilirler. Elbette takdir onların. Bu defa Altaylı infazı diliyle ve kalemiyle değil de kanunlar üzerinden yapmış. Başörtüsü yasağıyla Atatürk nefreti arasında bir ilişki kurarak kızları 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanununa havale etmiş. Çok ilginç! Fatih Altaylı bağlamın dışına taşmış ve kızlar da onun tuzağına düşmüşler. Demişler ki: “Biz Atatürk’ü değil de Humeyni’yi seviyoruz…” Elbette sevgi meselesi kanun terazisine gelmez. İnsanlar neyi sevip sevmeyeceğini kendileri tayin eder. Zorla veya kanunla güzellik olmaz. Renkler ve zevkler tartışılmaz denilir. Kendilerini böyle savunabilirlerdi. ‘Meselemizin düzeyli sevmek veya sevmemekle alâkası ne olabilir?’ diyerek muhatabın ağzının payını verebilirlerdi. Onlar ne yapmışlar Altaylı’nın maksadına alet olmuşlar. Meseleyi sevgi ve nefret bağlamına oturtmuşlar. Mustafa Kemal’den nefret ettiklerini ve Ayetullah Humeyni’yi sevdiklerini söylemişler. Tabiî ki onunla da kalmamışlar bir sürü sapla samanı birbirine karıştırmışlar. ‘İngiliz işgali olsaydı daha hürdük’ meâlinde sözler söylemişler. Dolayısıyla bağlam dışına çıkmışlar; tam da Altaylı’nın arayıp da bulamadığı ve beklediği cevapları vermişler ve böylece medyanın avı ve şikârı haline düşmüşler.
***
Türkiye’nin dünyada emsali yok ve daha fazla ülkemiz başörtüsü yasağıyla yoluna devam edemez türünden şeyler söyleyebilirlerdi ama bunu İngiliz işgali bağlamına oturtarak söylemeleri isabetli olmamıştır. Abdullah Gül’ün dışişleri bakanı iken uluslar arası mahfillerde ve mahkemelerde başörtüsü yasağını savunma durumuna düşerken öncesinde eşinin de yasak kapsamından dolayı mağduriyetini aynı mahfillere götürmesi büyük bir çelişki olmuştur. Babacan’ın Avrupalı vekillere karşı söyledikleri doğru olabilir. Lâkin bunu onların huzurunda söylemenin devlet adabı ve geleneğiyle pek de bağdaşır bir yanı olmasa gerek. Dolayısıyla sapla samanı birbirine karıştırmamak lâzım. Elbette tetikçinin yaptığı kalleşce bir olay. Yasak için hiç alâkası olmayan bir kanunun arkasına sığınmak. M. Kemal veya benzeri isimleri kanunla koruma altına almak aslında sevgi ve nefrette insanları riyakârlığa teşvikten başka bir şey değil. Onun yerine düzeyli eleştiriyi teşvik etmek gerekir. Ve dolayısıyla insanlar niyetleriyle yargılanamayacakları gibi sevgi ve nefretleriyle de sorgulanamazlar. Asıl suç sevgi ve nefreti tetikçilik malzemesi yapmaktır. Acemi çaylak kızlar da bu yaptıklarıyla tetikçinin tuzağına düşmüş oldular. Başları öyle yaparsa; imamları bu hataya düşerse cemaat veya kızlar ne yapmaz!
15.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|