Dünyada yaşanan iklim değişikliğinin doğrudan ve dolaylı etkileri, hayatı sarsmaya devam ediyor.
Bu sarsıntıların önüne geçmek, hiç olmazsa tehlikeyi asgariye indirmek için, ilim adamları başta olmak üzere, hükümetler ve devletlerarası kuruluşlar harekete geçmiş durumda.
Sorumluluk duygusu taşıyan hemen herkes, insanlığın bu ortak derdine çare bulmak için, adeta seferber olmuş.
Bununla beraber, çare arayışının daha çok Avrupa ülkelerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.
İsveç'in başkenti Stockholm'de biraraya gelen "Avrupa Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi"ne mensup 23 bilimadamı, özellikle son zamanlarda kene gibi haşere vasıtasıyla insana geçen ölümcül hastalıkları mercek altına aldı.
Konu başlığı olarak "Kene, sinek ve kemirgenlerle yayılan vektörel hastalıklar" şeklinde ele alınan bu yeni tehdit dalgasının, dünyada yaşanan iklim değişikliğinin bir yansıması olduğu kanaatine varmışlar.
Heyetin ortak kanaatine göre, giderek artan ölümcül kene ısırması vak'aları, sırada bekleyen çok daha büyük risklerin öncüsü, habercisi ve başlangıcıdır.
Öldürücü kene vak'aları, eğer daha tehlikenin başlangıç noktasını teşkil ediyorsa, varın devamını ve ötesini siz tahayyül edin.
* * *
İnsan sağlığını tehdit eden bu tür riskli hastalıklar, ne yazık ki, yine insan unsurunun hataları, günahları ve ihmallerinin bir neticesidir.
Esasında, sadece Stockholm'de biraraya gelen bilimadamlarının değil, dünyanın hemen her tarafındaki ilim adamlarının bu konudaki görüşü aynı noktada birleşiyor: Hayatı genel olarak tehdit eden ve yer yer bazı canlı türlerinin neslini tükenme noktasına getiren, meselâ ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma, iklim değişikliği, ekolojik dengenin bozulması gibi felâketler, yine bizzat insanların hataları ve ihmallerinin bir aks–i tesiridir.
Dolayısıyla, insanlar, ne yazık ki hem kendilerinin, hem de diğer canlı türlerinin hayatını riske atacak yanlışları, günahları işliyor ve işlemeye de fütursuzca devam ediyor.
Para hırsı, servet hırsı, rekabet duygusu, üstünlük sağlama dürtüsü, bazı kişi ve kuruluşların başını öylesine döndürmüş, gözlerini öylesine karartmış ki, adeta hiçbir şey umurlarında değil.
Onların tek hedefi var: "Biz kazançlı çıkalım da, gerisi ne olursa olsun, başkası ne duruma düşerse düşsün..." hedefi.
Oysa, böylesi bir hırs, sadece başkasına zarar–ziyan vermekle kalmaz; gün gelir, devran döner ve aynı hırs sahibini vurmaya, kırmaya başlar.
Zira, dünyada artık birçok şey "ortak kullanım" listesine dahil oldu. Geri kalanı da olacak gibi...
Meselâ, su ve hava kirliliği, tarımsal ilâçlama, kuş gribi, kene belâsı, vesaire...
Dahası, silâhlanma, hatta terör ve anarşi gibi askerî, siyasî ve sosyal meseleler dahi, artık ülkelerin millî sınırlarını aşan ve dünyanın en ücra köşesine kadar yayılabilen tehlikeleri barındırıyor.
Bütün bu gelişmeler açıkça gösteriyor ki, insanlık, hakikaten bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor: Evet, insanlık ya sağlıktan, refahtan, huzurdan, barıştan, kısaca "sulh–u umumî"den yana ciddî tavır alacak, ya da kendi sonunu getirecek gelişmelere teslim olup, bir "erken kıyâmet"in kopmasına sebebiyet verecek.
Tarihin yorumu = 14 Haziran 1937
Bağımsız Hatay Cumhuriyeti
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Cenevre'de Milletler Cemiyetinin (o zamanki BM) kararıyla yeni bir statüye kavuşturulan bağımsız Hatay Devleti resmen tanındı.
Lozan görüşmeleri esnasında üzerinde anlaşmaya varılamadığı için, Türkiye, Suriye ve Fransa arasında ihtilâflı bir bölge durumunda kalan Hatay (Antakya ve çevresi), merkezi Cenevre'de bulunan Milletler Cemiyetinin gündemine taşındı. MC ise, Hatay'ın bağımsız bir hükümet şeklinde kalmasına karar verdi.
Bu tarihten sonra, kendi hükümetini teşkil eden Hatay Meclisi, 2 Eylül 1938'de bağımsız ve demokratik bir Cumhuriyet olduğunu ilân etti.
Meclis, aynı anda Cumhurbaşkanlığına Tayfur Sökmen'i, Başbakanlığa ise Abdurrahman Melek'i getirdi.
40 kişilik Hatay Parlamentosunun ekseriyetini Türkler (teşkil ediyordu. Bu sebeple, her yönüyle Türkiye'ye bir yakınlık duyuluyordu.
Hatay'ın 240 bine yakın nüfusu ise, Araplar, Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerden müteşekkil idi.
16 Şubat 1939 günü yapılan toplantıda Türkiye Cumhuriyeti kànunları Hatay kànunu olarak aynen kabul edildi.
Fransa'nın bölgedeki nüfuzu, Avrupa'da İkinci Dünya Savaşının sancıları yaşandığı esnada kırılmaya başladı.
Fransa'nın çekip gitmesiyle, Hatay Meclis'i de Türkiye'ye bir adım daha yakınlaşma fırsatını buldu.
Nihayet, 29 Haziran 1939'da Meclisinin almış olduğu kararla, Hatay bütünüyle Türkiye'ye katılmış oldu.
Hatay Cumhuriyetinin Türkiye'ye resmî olarak devir–teslim işlemi ise, 23 Temmuz 1939 günü gerçekleşti.
14.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|