Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

HARİKA BİR ÇOCUK



Bediüzzaman Said Nursî.

1877 yılında Bitlis’in, Hizan kazasının, Isparit nahiyesinin Nurs Köyünde dünyaya geldi.

Babası, Peygamberimizin (asm) torunlarından Hazret-i Hasan’ın soyundan gelen Mirza Efendi; annesi, Hazret-i Hüseyin’in nesline mensup Nuriye Hanımdır.

Muttakî bir mü’min olduğu için sofu lâkabıyla anılan Mirza Efendi, İslâmî teâmüllere uyarak, yedi evlâdından dördüncüsü olarak dünyaya gelen bu çocuğun da sağ kulağına ezan-ı Muhammedîyi, sol kulağına kamet-i şerifi okuyarak Said ismini verdi.

Hayatı boyunca Allah’ın rızasını kazanmak için çalışarak o ebedî mutluluğa ve bahtiyarlığa nâil olan saadetli, mesud, mübarek gibi mânâları içine alan güzel bir isimdi Said.

Mirza Efendi biraz da, o sıfatları ebedî bir duâ hâline getirmek ve adı anıldıkça Allah’a hâlisâne yalvarış mânâsı taşımasını sağlamak maksadıyla oğluna o ismi verdi.

Bitlis dağlarının, zirveye yakın vadilerinden birine kurulan küçük bir köy olan ve asırlar boyu hiç değişmeyen Nurs’ta herkes birbirini tanıdığı ve hâli ile hâllendiği için Said’in doğmasına ailesi kadar köylüler de sevindi.

Doğuşu esnasında yaşanan suhûletin yanı sıra bebekliği sırasında pek ağlamaması, fazla apalamadan yürümesi aile büyüklerinin ve köylülerin dikkatini çekti.

‘Ulema yurdu’ olarak adlandırılan Nurs’ta, daha önce pek çok âlimin, zâhidin, hocanın, şeyhin, mutasavvıfın yetişmesine şahit olduklarından, bu gibi mânevî hâllere âşinâ olan Nurslular, Said’in hareketlerini de dikkatle takip etmeye başladılar.

Said’in, dikkat çeken ilk hususiyeti hârikulâde zekâsı oldu.

Akranları basit çocuk oyunlarını bile kavramakta zorluk çekerken o, çevresinde yaşanan hadiselerin seyrini ve aile büyüklerinin, akrabalarının, köyün ileri gelenlerinin hâllerini, hareketlerini dikkatle takip ederek yol, yordam, âdab, erkân öğrendi.

Biraz büyüyünce yaz mevsiminde çobanlık yapıp tarla, bağ, bahçe işlerine giderek ailesine yardım ederken; senenin yarısından fazla süren uzun kış mevsiminde dışarıda fazla iş olmadığından abisinin yardımıyla Kur’ân okumasını öğrenip sûreleri hıfzetmeye çalıştı.

Böylece kendisinin, “İnsanın en birinci üstâdı ve tesirli muallimi onun vâlidesidir. Ben seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum vâlidemden aldığım telkinât ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda âdetâ maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine binâ edildiğini aynen gördüm” ve “Şefkat dersini annemden, nizam ve intizam dersini babamdan aldım” sözleri ile de ifade ettiği gibi ilk ve en tesirli hayat derslerini ailesinden aldı.

Mütecessis bir mizaca sahip olduğu için öğrendiği bilgiler, şahit olduğu hadiseler ve gördüğü tabiî hâller hakkında merak ettiği her şeyi etrafındaki insanlara sormaya başladı.

Bir gece ay tutulması sırasında gökyüzünde olanlarla köyde atılan naralar, sıkılan silâhlar, çalınan tenekeler arasında bir ilgi kuramayınca meseleyi annesine sorması sırasında olduğu gibi sorularının muhtevası köylülerin bilgi ve kültür seviyesini aştığı için aldığı cevaplar merakını izale etmeyince her soruyu yeni sorular takip etti.

Çok sık sorduğu sorular arasında, köylülerin mânevî hayatını şekillendiren büyük âlimler, meşayihler de vardı. Onları tanıdıkça mânevî hâllerine âşinâ oldu ve günlük hayatında yer vermeye çalıştı.

Meselâ, miri malı olan ağaçlardan topladığı cevizlerini sakladığı yeri bulamayınca Abdulkadir Geylani Hazretlerine, ‘Ya Şeyh sana bir Fâtiha, bana cevizlerimi buldur’ diyecek kadar kendini onlara yakın hissetti.

Mirza Efendi, ondaki bu aşırı merakın üstün zekâlı oluşundan ileri geldiğini fark edince, çocuğun zihninin lüzumsuz malûmatla dolmasına meydan vermemek için onu Molla Mehmed Emin Efendinin Tağ Köyü’ndeki medresesine götürdü.

Lâkin Said'in, henüz medreseye gidecek yaşa gelmediğini gören Emin Efendinin, onun bilgi seviyesini nazara almaması ve kendisine çocuk muamelesi yapılması üzerine, bazı talebelerle imtizaç edemediği, hocalardan da pek ilgi görmediği için köyüne dönünce ilk eğitimi 1882 yılında başlamadan bitti.

Bir süre, medresede okuyan ağabeyi Abdullah, hafta sonları eve geldiğinde medreselerin birinci kısımlarında okutulan sarf, nahiv, mantık, veda, mecaz, istiare, münâzarâ ve akaid gibi derslerden ders alıp hafta içinde onlara çalışarak kendini yetiştirmeye gayret etti.

İlim öğrenmenin hazzını alınca medreselerden daha fazla uzak kalamadı. 1883 senesinde ağabeyinin de teşvikiyle tekrar tahsile başlamaya karar verdi ve annesinden, babasından müsaade isteyip önce Şeyh Seyyid Nur Muhammed Efendinin Piramis Köyü’ndeki medresesine, ardından da Hizan Şeyhinin yaylasına gitti.

Orada diğer talebelerle birlikte bir süre tahsile devam eden Said’in, onlardan farklı olarak kimseden yardım almaması, zekât kabul etmemesi, köylere yardım toplamaya gitmemesi şeyhin ve hocaların dikkatini çekti.

Ailesinden tevarüs eden bu istiğna hasletinin yanı sıra mertliği, dürüstlüğü, çalışkanlığı sayesinde talebelerin sevgisini ve hocalarının takdirini kazanmasını kıskanan bazı talebeler tarafından sürekli rahatsız edilince onlara mukabele etmedi ve şeyhin huzuruna çıktı.

“Şeyh Efendi, bunlara söyleyin benimle dövüşecekleri zaman dördü birden değil, ikişer ikişer gelsinler” diyerek şikâyet etti.

Said’in bu hareketinden hoşlanan Şeyh Efendi, “Sen benim talebemsin, bundan sonra kimse sana ilişemez” diyerek himaye edince, ona ‘şeyh talebesi’ diye isim takan talebeler bir daha saldırmaya cesaret edemediler.

Takriben 1885 yılında yaşanan bu hadiseler sırasında Said’in cesaretine, zekâsına ve çalışkanlığına hayran kalan bazı hocaları, onun yetiştiği şartları ve ailesinin durumunu merak ederek Nurs’a gittiler.

Yedi saat kadar süren yorucu bir yolculuğun ardından Nurs’a gelip Sofi Mirza Efendinin evini bulduklarında, o evde olmadığı için onları Nuriye Hanım karşıladı ve beyinin çifte gittiğini söyleyerek evin önündeki ağacın altında istirahat etmelerini sağladı.

Onlar mütecessis nazarlarla köyü seyrederken Mirza Efendi ağzı bağlı öküzlerle tarladan geldi. Hocalar onu da çok merak ediyorlardı ama hayvanların ağızlarının bağlı oluşu dikkatlerini çektiği için önce bu hareketin sebebini sordular.

“Efendim, bizim tarla biraz uzaktır. Gelirken bazı ekili tarlaların ve bahçelerin içinden geçiyorum. Eğer hayvanların ağzı bağlı olmazsa başkalarının mahsullerinden yerler ve ekmeğimize haram lokma karışır. Buna meydan vermemek için böyle yapıyorum” dedi.

Bu mânidar cevap karşısında söyleyecek bir şey bulamayan hocalar, annesinin de Said’i abdestsiz emzirmediğini ve mecbur kalmadıkça teheccüd namazını geçirmediğini öğrenince hâllerine hayran kaldılar.

Onlar Said’in kendi medreselerinde eğitim görmesini istiyorlardı ama bir süre kaldıktan sonra orada öğreneceği fazla bir şeyin kalmadığını anlayan Said, ağabeyi ile birlikte Nurşin’e gitti.

Yaz olması dolayısıyla, ahali ve talebelerle birlikte Şeyhan Yaylasına gittiler. Orada eğitim gördüğü zaman içinde, bazı talebelerin yanı sıra ağabeyi Molla Abdullah’la da aralarında bazı problemler çıkınca, medresenin müderrisi Mehmed Emin Efendi Said’i ikaz etmek istedi.

Medresenin Abdurrahman-ı Taği’ye ait olduğunu bilen Said, “Efendim, bu medresede bulunmanız hasebiyle siz de benim gibi talebe sayıldığınızdan bana müdahale etme hakkınız yoktur” diyerek itiraz etti.

Kimse onun medreseden ayrılmasını istememesine rağmen, o bu tartışmadan sonra orada daha fazla kalmasının doğru olmayacağını düşünerek yetişkin insanların gündüz bile gitmekten korktukları ormanların içinden geceleyin tek başına Nurşin’e gitti.

Bir süre o havalideki medreseleri dolaşıp eğitim seviyelerini tesbit etmeye çalışan Said, oralarda da kendisinden büyük talebelerle bazı problemler yaşayınca, biraz daha büyüyünceye kadar medreseye gitmemeye karar verdi ve 1888 yılında tekrar köyüne döndü.

O sene kış mevsimini Nurs’ta geçiren ve bahara doğru ilim için tekrar yollara düşme hazırlıklarına başlayan Said, zamanın en muteber ilim, irfan merkezi olan medreselerde aradığı ilmî seviyeyi bulamayınca sâfî bir kalple ‘İlm-i Ledün Sultanına’ ilticâ etmiş olmalı ki, bir gece yatağına yatıp gözlerini kapadığı anda dünyası değişiverdi.

Rüyasında kıyametin koptuğunu görüp kendisini mahşerî bir kalabalığın içinde bulunca Peygamberimizi (asm) ziyaret etmek iştiyakıyla hareketlendi. Onu (asm) nasıl bulacağını düşünürken Sırat Köprüsü’nün başına gidip beklemek aklına geldi.

“Peygamber Efendimiz (asm) oradan geçerken ziyaret edip mübarek elini öperim” diyerek oraya gitti. Bütün peygamberlerle görüşüp ellerini öptükten sonra kendisini Peygamber-i Zîşanın huzur-u saadetlerinde buldu.

O sırada heyecandan bedeni bütün benliği ile birlikte titremesine rağmen, kalbi dileğinde, dili söyleyeceği kelâmı terennümde hiç tereddüt etmedi. Onun (asm) mübarek ve münezzeh ellerine kapanıp serâpa nurdan müteşekkil bir alâim-i semâ âhengine bürünerek dile geldi.

“İlim, yâ Resûlallah!..” dedi.

“Ümmetimden suâl sormamak şartıyla sana ilm-i Kur’ân verilecektir” buyurdu Peygamberimiz (asm) de.

Hakikatten daha âşikâr bir rüya-yı sâdıka olan bu lâhûtî hâlin ve Peygamberî tebşirin şevkiyle harekete geçen Said; aile büyükleri, akrabaları, arkadaşları ve köylülerle helâlleşip vedalaşarak Nurs’tan ayrıldı.

1889 baharında İlm-i Kur’ân’ı tahsil etmek gayesiyle yeniden yollara düşen Said, ilk olarak Arvas’taki medreseye gitti ve Emin Efendinin huzuruna çıkıp kendisine ders vermesini istirham etti.

Emin Efendi; karşısına geçip kendisinden ders almak isteyen on bir, on iki yaşlarındaki bir çocuğa ders vermeyi hocalık teâmüllerine aykırı bulduğundan ona, önce bir süre yetişkin talebelerden ders alması gerektiğini hatırlattı.

Hocanın bu tavrına karşı çıkan Said, oradan ayrılıp Müküs’e (Bahçesaray) gitti. Maksadı oradaki Mir Hasan Velî Medresesinde eğitim görmekti ama yaşı küçük olan talebelere fazla ehemmiyet verilmediğini görünce orada da fazla kalmadı.

Müküs’ten ayrıldıktan sonra 1890 yılında Van Gölü’nün kenarındaki Vastan (Gevaş) kasabasına gitti. Orada bir süre kalarak medreselerin işleyişini takip etti. O havalideki medreselerin de diğerlerinden pek bir farkının olmadığını görünce yeni bir medrese arayışına girdi.

Vastan’da kaldığı sırada tanıştığı Molla Muhammed, Said’in maksadını anlayınca ona Doğubeyazıt’taki Mehmed Celâlî Efendi Medresesinde şartların biraz farklı olduğunu söyledi.

Uzun süredir böyle bir haber bekleyen Said, o medreseyi merak etti ve mevsim kış olmasına rağmen fazla zaman kaybetmemek için Molla Muhammed’in refakatinde Doğubeyazıt’a hareket etti.

—DEVAMI HAFTAYA—

15.06.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (08.06.2008) - BİR ÂNIN SERENCÂMI

  (01.06.2008) - Nurun birinci kâtibi

  (25.05.2008) - Hayati güzelleştırmek

  (18.05.2008) - İKİ GÜL ARASINDA

  (11.05.2008) - İlk İstİkamet şehİdİ

  (04.05.2008) - Ona (asm) dost olunca

  (27.04.2008) - ‘DEST-BûSI ARZUSUYLA’

  (20.04.2008) - Hayat, su, gül ve Resûl

  (13.04.2008) - Hayatı hizmete hasretmek

  (06.04.2008) - Birinci Ağabeyi anarken

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır