Her şeyin, “mülkî” ve “melekûtî” olmak üzere iki yönü vardır. Buna göre bir de mülkî ve melekûtî olmak üzere iki türlü bakış vardır.
Bir şeyin maddî yönü “mülk”, mânevî yönü ise “melekût”tur. Bedenimiz mülk, ruhumuz melekûttur. Yağmurun damlaları mülk; hayatın menşei, âb-ı hayat olması melekûttur. Hastalık mülk, hastalıkların olgunlaşmaya, gelişmeye zemin hazırlaması melekûttur.
Mülk her şeyin dış yüzünü, melekût ise derûnunu kuşatmıştır. Mülk âlemi zıtların cevelân ettiği bir mekândır. Melekût âlemi ise İlâhî kudretin tecelligâhı ve yansıma alanıdır. Melekût âleminde, mülk âlemindeki gibi hikmet dairesinde cereyan eden sebepler ve fizik âleme ait kanunlar geçerli değildir. Burada her şey, ânında, şeffaf, pürüzsüz ve olumlu olarak ortaya çıkar.
Bu çerçeveden bakıldığında eşyanın, varlığın, olayların melekût denen iç âleminde, özünde, metafizik boyutunda, zâtında olumsuzluk yoktur. Onları güzel ve çirkin, iyi ve kötü, faydalı ve zararlı kılan, güzel ve çirkin gösteren düşünce tarzımız, bakış açımız ve yaklaşım biçimimizdir. Yağmurun yağması, güneşin doğması gibi. Bunlar bütünüyle güzeldir. Tedbirsizliğimiz, tembelliğimiz onları aleyhimize çevirebilir. İnsan ancak, melekûtî bakış ile kendisine, eşyaya ve hadiselere karşı dengeli bir tutum takınabilir.
Mülk, eşyayı ve varlıkları yatay ilişkileri içinde görme, değerlendirme ve şekillendirmedir. Melekût ise dikey... Mülk cephesinde “hikmet”, melekût cephesinde “kudret” ön plandadır. Yani, dünyamızdaki maddî ve bedenî olaylar, şart ve sebeplere bağlı olarak tedricî ve basamak basamaktır. Melekût, mânâ, ruh âleminde ise, bir anda meydana gelirler. Ruhun dolaşması, pek çok işi bir anda yapması ve saniyelik rüyalara pek çok işin ve olayın sığması gibi.
Mülk dairesindeki “nesnelerin, hâdiselerin ve sebeplerin” mânâlarını “melekût” yüzlerinde buluruz. Melekût, nimete bakıldığı zaman Mün’im’i, yani nimeti vereni; san'ata bakıldığı zaman Sâni’i; sebepler gözlendiğinde hakikî tesir sahibini, Allah’ı zihne getirmektir. Bu, san'attan san'atkârı, fiilden fâili, ikramdan ikram edeni gören gerçek bir bakıştır.
Meselâ güneşe maddî gözlük ve mülk gözüyle bakan felsefeci “Güneş büyük bir ateştir. Dünya ile gezegenler, ondan uçan parçalardır; çekimle Güneş’e bağlı kalarak yörüngelerinde hareket ediyorlar” der.
Melekût gözlüğüyle bakan Kur’ân ise, “Güneşi sizin için kandil yapmıştır”1 der. Böylece Esmâ-i Hüsnâ’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) yansımalarına bakmak için bir pencere açar ve iç yüzünü göstererek ondaki nimetleri dikkate verir.
Bediüzzaman, varlığa melekût gözüyle baktırır. Işıktan tut tâ kamere (aya) kadar bütün unsurlar, gayet geniş bir tarzda ve büyük bir ölçüde bir pencere açar, varlığı mutlak gerekli olan Allah’ın birliğini, kudretini ve saltanatının büyüklüğünü gösterir, ilân ederler.2
İşte, melekûtî gözlüğü takan insan mülk âleminin kıskaçlarından kurtulup, melekûtî âlemlere seyahat ederek Muhammedî (asm) bakışı kazanır, huzur ve mutluluğu yakalar.
Dipnotlar:
1- Kur’ân, Nûh, 16.; 2- Sözler, s. 613 .
15.06.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|