Ankara, haftayı Anayasa Mahkemesi’nin “iptal kararı” tartışmalarıyla geçirdi. Diğer “taraf”tan ortaya atılan yeni “dinlenme” skandalı gibi başka konular da gündeme sokuşturulmak istenmekte. Lâkin önümüzdeki dönem Başkentte siyasetinin ana gündeminin “kapatma davası” olacağı, diğerlerinin tali kalacağı anlaşılmakta…
Başbakan’ın son demde iktidar partisi milletvekillerine “dava”nın sonuçlanmasına kadar Ankara’dan ayrılmamaları tembihi ve özellikle grup toplantısının “kapalı” bölümünde “Trenden inen bir defa daha binemez!” uyarıları, siyasetteki sıcak günlerin habercisi. Kapalı kapılar ardında bir yığın senaryodan bahsediliyor. Lâkin senaryolarının çoğunun “AKP sonrası”na odaklanması; iktidar partisi mensuplarının da “partinin kapatılacağı” kanaatine geldikleri intibâını veriyor.
Dışişleri Bakanı Babacan’ın, “Anayasa Mahkemesi ne karar verirse versin, hoşumuza gitsin gitmesin bu nihâî karardır ve kesindir; buna saygılı olmalıyız ve uymalıyız” açıklaması, bunun en açık göstergesi.
Dolayısıyla Başbakan’ın bir nevi partisinin gazını ve gayzını almak için Meclis grubunda zaman zaman sesini yükselterek yakınmasının ötesinde demokratikleşme ve özgürlüklerde hiçbir öneride bulunmaması, iktidar partisinin “kapatma davası”ndan çok dava sonrasına endekslendiğini gösteriyor.
Erdoğan’ın A’dan E’ye varan plânları sıralayıp hep yeni bir siyasî tablo için moral pompalamaya uğraşması, siyasî kulislerde buna yorumlanıyor. AKP’nin yerine ikame edilecek partiden, “post AKP”den, “yıpranmamış yenilikçiler”den bahsediliyor…
DÜZENLEMELERİN
“TÜRBAN”LA İLİNTİLENDİRİLMESİ…
Gelinen noktada meselenin Meclis’e havale edilip “gerekçeli kararı bekleme” bahanesiyle âdeta peşin bir teslimiyetçilikle siyasî sorumluluktan kaçınılması çekingenliği, sâdece iktidar partisine değil, demokratik irâdeye de kaybettiriyor.
İşin bir başka ilginç yönü, AKP’in sunacağı savunmasıyla ilgili ortaya çıkan ikilem. “Savunma ekibi”nde bir yandan Mahkemenin son “iptal kararı”nın savunmaya yansıtılması tartışılırken, diğer yandan bu ilişkilendirmenin yanlış olduğu görüşü ortaya çıkıyor.
Bundandır ki “Başsavcı, iddianamesinin omurgasını bu Anayasa değişiklikleri üzerine oluşturdu, şimdi iptal kararıyla davanın en önemli konusu ortadan kalkmıştır” diyenlere karşılık, “bu düzenlemelerin başörtüsü için yapılmadığı, amacın genel olarak hak ve özgürlüklerle ilgili olduğu” ileri sürülüyor. Lâkin sözkonusu Anayasanın 10. ve 42. maddeleri değiştirilmesinde bilhassa “türban yasağı”nın üzerinde durulduğu, bu değişikliklerin başörtüsü için yapıldığı, iktidar partisi sözcülerinin Meclis konuşmalarında mevcut. Kararda Mahkemenin “iptali”nin Anayasanın ikinci maddesindeki “laiklik ilkesi”ne bağlamasının büyük ölçüde buna dayandırıldığı konuşuluyor.
Nitekim, “savunma” hazırlıklarında bazı partili hukukçuların, “Şimdi iptal kararını bu şekilde savunmamızda değerlendirmeye kalkarsak, bu düzenlemeleri türbanla ilintilendiren görüşleri kabul etmiş olmaz mıyız?” diyenler, dolaylı da olsa göz göre göre Anayasa Mahkemesi’nin eline bu konuda koz verildiğini ikrar etmiş oluyor. Tartışmanın odağı da bu…
TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER OLMALIYDI
Bu durum, siyasî iktidarın ciddî bir plânının olmadığını, ortaya koyuyor. Bu yüzden insan haklarının en başında gelen inanç eğitim hakkının engellenmeyeceğini vurgulayan ve herkesin kanun önünde eşit olduğunu, yasalarda yazılı olmayan herhangi bir nedenle kimsenin temel hak ve özgürlüklerinden mahrum edilmeyeceğini tahkim eden değişiklikler, çıkmaza sürükleniyor. Yanlış strateji, özgürlüklerin daha da kısıtlanmasına sebebiyet verdiriyor…
Bütün bunlar, siyasî iktidarın seçimlerden sonra önce büyük bir iddiayla ortaya attığı “yeni anayasa”dan vazgeçmesi ve ardından en azından AB’ye taahhüd edilen demokratikleşme ve özgürlüklerde uyumu sağlayacak “demokratikleşme paketi”ni ertelemesinin sonucu. Oysa münhasıran “türban yasağı” için değil, genel olarak temel hak ve özgürlüklerdeki engellemeleri gideren, inanç ve ibadet hürriyetini, demokratik eğitim hakkını bunun içinde sağlayan, “geniş demokratikleşme paketi”ne çalışması gerekiyordu…
Siyasî iktidar bunu yapmadı; popülist davrandı, oyuna geldi, kanunsuz “türban yasağı”nı yasayla kaldırmaya kalkıştı. Aydın Menderes’in ifâdesiyle âdeta elini uzatıp yargıya “beni kelepçele!” dedi. Ne var kendisiyle birlikte demokrasiyi, özgürlükleri, temel hak ve özgürlükleri de kelepçeletti….
15.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|