ürkiye’nin temel sorununun demokrasi ve özgürlükler olduğu, her halinden anlaşılıyor. Görünen o ki 1961 Anayasasının bürokratik vesâyetini daha da katmerleştiren 12 Eylül darbe anayasasını makyaj düzenlemelerle ıslâhı mümkün değil.
Bu durum anayasayı daha da çekilmez hale getiriyor; ve yeni bir anayasa ihtiyacını açıkça ortaya koyuyor. Esasen iktidarın ilk beş yılında Türkiye’nin tıkanması; mâlum 27 Nisan e-muhtırasının ve ardından 375 kararı ve cumhurbaşkanlığı seçiminin engellenmesi tepkisinin genel seçimlerde istimaliyle AKP’ye yüzde 47’ye varan seçmen desteği, toplumda büyük bir beklentiye sebebiyet verdi.
***
Buna karşılık herkes yeni dönemde AKP iktidarının “yeni anayasa” açılımını beklerken, ortaya atılan taslağın öncelikle “din dersleri” ve “başörtüsü”ne odaklanması üzerine, Başbakan Erdoğan’ın tâlimatıyla bizzat Başbakan Yardımcısı Çiçek tarafından askıya alındı; sivil toplum kuruluşlarına havale edildi…
BEKLENTİLER BOŞA ÇIKIYOR
Gelinen noktada Başbakan yine veryansın ediyor. Lâkin hiçbir demokratik açılım yok… Anayasanın “yasama yetkisi”nin millet adına münhasıran Meclis’te olduğunu belirleyen 7. maddesinden önce 6. maddesinin “egemenliğin kullanılması”nı “Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanması” girdabına girdi. Aynı maddedeki, “hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” hükmüne rağmen…
Ve 14 Mart’taki “kapatma dâvâsı”yla Türkiye bütünüyle belirsiz bir döneme sürüklenirken, kamuoyunda iktidarın milletin verdiği desteğin hakkını en azından demokratikleşme ve özgürlükleri geni bir biçimde sağlayan kapsamlı bir “anayasa paketi”ni çıkarması beklendi.
Bütün bunlara mukabil siyasî iktidar, seçmene selâm nev'înden bu tür popülist politikalar yerine daha köklü çözümlere yönelmeliydi. Milletin verdiği büyük desteğe mukabil, işe yarayamayacağı, dahası yasağı daha da yaygınlaştıracağı baştan belli olan bu “iki cümlelik” değişiklikle geçiştirmek değil, meseleleri muhtevalı bir “demokratikleşme paketi”yle ele almalıydı.
Türkiye’nin “AB Ulusal Programı”nda taahhüd ettiği, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü esasına göre kuvvetler ayrılığını esas alan; din ve vicdan hürriyetini geniş bir biçimde ihtiva eden uyum yasaları çerçevesinde çözüm bulmalıydı. Ne var ki siyasî iktidar “mini” de olsa “yeni anayasa” ya da “demokratikleşme paketi” bir yana, Başbakan’ın “velev ki siyasî simge de olsa” çıkıyla beklentiler kala kala başörtüsü yasağı için iki maddelik “anayasa değişikliği”ne inhisar edildi. Dağ fare doğurdu. O da Anayasa Mahkemesi’ne takıldı…
TEDBİR LÂFTA KALIYOR
İşin ilginç yönü mahkemenin mâlum iptalinin ardından yaşandı. “İptal”den beş gün sonra yalnızca “gerekçeli karar”ın beklendiğiyle yetinen Başbakan, bütün demokratik açılımları korku siyasetiyle durdurma çabasının Türkiye’ye ciddî zararlar verdiğinden yakınıyor. Meclis irâdesinin bloke edilmesinden şikâyet ediyor. Ve orada kalıyor…
Başbakan yeni yeni oynanan “gölge oyunları”ndan ve “korku siyaseti”nden yakınıyor. Gölgeyi defetmek için çabalamıyor. Korku ve vehimlerden beslenen hiçbir siyasetin özgürlüğü, adaleti getirmeyeceğini vurguluyor. Dayatma ve emr-i vakiye karşı demokratik direnç ve anayasal tedbirler, “gerekçeli karar”ın açıklanması gerekçesiyle bir başka bahara bırakılıyor. Milletin özgürce seçilmiş temsilcilerinin eliyle kendi anayasalarını yapma ve düzeltme hakkının gasbına karşı mücadele, grup toplantısındaki beylik lâflarda kalıyor…
Neticede Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin sınırlandırılması dahil “demokratik açılımlar” hakkında hiçbir açıklama yapmaması, siyasetteki belirsizlik içindeki kafa karışıklığını ve kararsızlığı bir defa daha su yüzüne çıkarıyor…
Her kafadan bir ses çıkıyor; ve bu karışıklığın faturası yine demokrasiye ve millete kesiliyor. Olan kelepçelenen demokrasiye, başörtüsünün yasaklanmasıyla temel hak ve özgürlüklere oluyor; onbinlerce başörtülüğünün eğitim hakkının gasbıyla mağduriyeti devam ediyor…
Tabloda görüldüğü gibi…
13.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|