Zihinler mâneviyâta karşı yabanileşmiş
Nasıl ki, çarşıda, mevsimlere göre birer metâ mergub oluyor, vakit be vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de, âlem meşherinde, içtimâiyât-ı insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında, her asırda birer metâ mergub olup revaç buluyor. Sûkunda, yani çarşısında teşhir ediliyor, rağbetler ona celb oluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor. Meselâ, şu zamanda siyaset metâı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi.
Ve Selef-i Salihîn asrında ve o zamanın çarşısında en mergub metâ, Hâlık-ı Semâvat ve Arzın marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmından istinbat etmek ve nur-u Nübüvvet ve Kur’ân ile, kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesâilini elde etmek idi.
İşte, o zamanda zihinler, kalbler, ruhlar, bütün kuvvetleriyle yerler ve gökler Rabbinin marziyâtını anlamaya müteveccih olduğundan, içtimaiyât-ı beşeriyenin sohbetleri, muhavereleri, vukuatları, ahvalleri ona bakıyordu. Ona göre cereyan ettiğinden, her kimin güzelce bir istidadı bulunsa, onun kalbi ve fıtratı, şuursuz olarak herşeyden bir ders-i marifet alır, o zamanda cereyan eden ahvâl ve vukuât ve muhâverattan taallüm ediyordu. Güyâ herbir şey ona bir muallim hükmüne geçip, onun fıtrat ve istidadına, içtihada bir istidat ihzarını telkin ediyordu. Hattâ o derece şu fıtrî ders tenvir ediyordu ki, yakîn idi ki kisbsiz içtihada kabiliyeti ola, ateşsiz nurlana. İşte, şu tarzda fıtrî bir ders alan bir müstaid, içtihada çalışmaya başladığı vakit, kibrit hükmüne geçen istidadı, nûrun alâ nûr sırrına mazhar olur, çabuk ve az zamanda müçtehid olurdu.
Amma şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla, şerâit-i hayat-ı dünyeviyenin ağırlaşmasıyla efkâr ve kulûb dağılmış, himmet ve inâyet inkısam etmiştir. Zihinler mâneviyâta karşı yabanîleşmiştir. İşte bunun içindir ki, şu zamanda birisi, dört yaşında Kur’ân’ı hıfz edip âlimlerle mübahase eden Süfyan ibni Uyeyne olan bir müçtehidin zekâsında bulunsa, Süfyan’ın içtihadı kazandığı zamana nisbeten, on defa daha fazla zamana muhtaçtır. Süfyan on senede içtihadı tahsil etmişse, şu adam yüz seneye muhtaçtır ki tahsil edebilsin. Çünkü, Süfyan’ın iptidâ-i tahsil-i fıtrîsi, sinn-i temyiz zamanından başlar. Yavaş yavaş istidadı müheyyâ olur, nurlanır, herşeyden ders alır, kibrit hükmüne geçer. Amma onun nazîri, şu zamanda—çünkü zihni felsefede boğulmuş, aklı siyasete dalmış, kalbi hayat-ı dünyeviyede sersem olmuş, istidadı içtihaddan uzaklaşmış—elbette fünûn-u hâzırada tevaggulü derecesinde, istidadı içtihad-ı şer’î kabiliyetinden uzaklaşmış ve ulûm-u arziyede tefennünü derecesinde, içtihadın kabulünden geri kalmıştır. Onun için, “Ben de onun gibi zekîyim, niçin ona yetişemiyorum?” diyemez ve demeye hakkı yoktur ve yetişemez.
Sözler, s. 443
metâ: Fayda, menfaat.
mergub: Rağbet edilen.
meşher: Teşhir, sergi yeri.
müncezib: Uydu, bağımlı. Çekim dairesinde.
Selef-i Salihîn: Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin ilk rehberleri.
Hâlık-ı Semâvat ve Arz: Yerin ve Göklerin Yaratıcısı olan Allah.
marziyat: Razı olunacak şeyler, arzular.
istinbat: Hüküm çıkarma.
nur-u Nübüvvet: Peygamberlik nuru.
yakîn: Kesin bilgi.
kisb: Kişinin kendi eliyle kazandıkları, çalışmak.
felsefe-i tabiiye: Tabiatçı felsefe, materyalist felsefe.
şerâit-i hayat-ı dünyeviye: Dünya hayatının şartları.
kulûb: Kalpler.
inkısam: Bölünme.
iptidâ-i tahsil-i fıtrî: Fıtrî olan tahsil etme zamanının başlangıcı.
sinn-i temyiz: Doğru ile yanlışı ayırma çağı; büluğ çağı.
müheyyâ: Hazır.
tevaggul: Çok uğraşma, meşgul olma.
fünûn-u hâzıra: Günümüz fenleri.
ulûm-u arziye: Yer küresi ile ilgili ilimler.
tefennün: Bir fende maharet sahibi olma.
|