Anayasa Mahkemesinin, anayasada yapılmak istenen değişikliği iptal etmesine itiraz ederken, “Gerekçe hazırlanmadan karar niçin açıklandı?” diyenleri anlamakta zorlanıyoruz. Hemen soralım: Anayasanın açık hükümlerine rağmen alınan karar, ‘gerekçeli’ olarak açıklanmış olsaydı ‘normal’ mi karşılanacaktı?
Mahkemenin yanlış kararını savunanlar, sanki faziletmiş gibi; ‘gerekçesiz karar açıklama’nın 20 yıldan bu yana yapıldığını hatırlatıyorlar. Bir bakıma haklılar, çünkü hataları ve yanlışları zamanında düzeltmeye çalışmamak ve ‘ertele, ötele, halının altına süpür’ anlayışı Türkiye’yi bu noktalara getirdi...
Mahkemenin aldığı kararın adil olmadığını bilmeyen, ifade etmeyen ve bu karara itiraz etmeyen neredeyse kimse kalmadı. Ancak itiraz ederken haklı gerekçelere dayanmak lâzım. “Karar niçin gerekçesiz açıklandı?” şeklindeki itiraz en tutarsız itiraz olsa gerek. Çünkü, bu yanlış ilk defa yapılmıyor. İtirazın haklı olması için, “Evvel yok idi, şimdi nereden çıktı?” kuralına uygun olması lâzım. En başta, bu yöndeki ilk karara itiraz etmeyenlerin bugün, şimdi itiraz hakkı olur mu?
Hem alınan karar ‘gerekçeli’ açıklanmış olsa ne değişir ki? Düşünün son kararlardan biri de meşhur “367” kararıydı. O kararın gerekçesi ‘âdil’ bulundu mu ki, şimdiki kararın gerekçesi soruluyor? Yarın bir gün bu kararın da ‘gerekçesi’ açıklanacak. O zaman, “Tamam gerekçe de açıklandı, memnun olduk, mutlu olduk” mu denilecek? Bu bakımdan, alınan kararla ilgili olarak ‘şeklî’ değil, esastan itirazlar ileri sürülmeli...
Elbette hükûmet cenahından değilse de, akademik cenahtan ciddî itirazlar geliyor. Örnek olması bakımından birini hatırlatalım: “‘Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın açıkça kendisine yasakladığı yetkileri kullanmak ve Meclis’in tali kurucu iktidar yetkisini gasbetmek suretiyle yaptığı şey, aslında Anayasa’nın kendisini iptal etmektir. Bu durumda artık ‘Anayasa Mahkemesi’nin kendisi de ‘anayasal’ bir organ olmaktan çıkmış ve de facto egemen haline gelmiştir. Bu ‘yargı darbesi’nin Anayasa’nın askerî bir cunta tarafından yürürlükten kaldırılmasından özünde bir farkı yoktur. Askerî darbe kaba kuvvete dayanırken, bu darbe resmî mahkeme görüntüsünün saygınlığının kötüye kullanılmasına dayandırılmıştır. Bu biçimsel fark dışında, her ikisinde de sonuç aynıdır: Anayasal düzen ortadan kaldırılmıştır.” (Mustafa Erdoğan, Star, 12 Haziran 2008)
Bu tesbitler, genel kabul gören tesbitler olarak karşımızda duruyor. Bu eleştirileri dikkate almadan, ‘dediğim dedik’ anlayışıyla bir yere varılamaz. Siyasetçilere düşen de, ‘şekil’ değil, ‘esas’a itiraz etmek olmalıdır. Yoksa ‘gerekçe’ beklemekle netice almak zor. Netice itibarıyla ‘minareyi çalmayı kafaya koyan, kılıfını da önceden hazırlamış olur.’ Bu defa, ‘mızrak çuvala sığmıyor’sa da netice değişmiyor.
Zaten son kararın ekonomi üzerinde beklendiği kadar ‘zararlı etki’si olmaması, milletin bu kararları benimsemediğinin de başka bir göstergesi. Artık bundan sonra haksız kararlar da alınsa milletin dönüp bakmayacağı anlaşıldı. Elbette bu itibar kaybının da gündeme gelmesi beklenir... Gerekçeli ya da gerekçesiz olsun; yapılan yanlışlara en başta itiraz etmek lâzım ki yol olmasın...
13.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|