Başından beri Nur hizmetini zaafa düşürmek, dağıtmak ve çökertmek için pek çok sinsi ve dessas taktiğe başvurulmuş. Bunların akla hayale gelmedik acaip örneklerini lâhika mektuplarında görmemiz mümkün.
Bu taktiklerden biri de Nur talebelerinin Risale-i Nur’a odaklanan dikkatini başka adreslere dağıtmaya çalışmak. Öyle ki, bunun için, “Said Nursî yanında başka kitapları bulundurmuyor, demek onları beğenmiyor. İmam-ı Gazâlî’yi de beğenmiyor ki eserlerini yanına getirmiyor” gibi iftiralar atılıp propaganda yapıldığını Kastamonu mektuplarından birinde okuyoruz. (s. 139)
Bu nevi hilelerin “perde altındaki ehl-i zındıka”nın işi olduğunu belirten Üstad bu asılsız iddiayı “Hâşâ, yüz bin hâşâ” diyerek reddediyor.
Risale-i Nur ve talebelerinin bir üstadı olan ve kendisini Hz. Ali (r.a.) ile bağlayan Hüccetül-İslâm Gazâlî’yi beğenmemek bir yana, bütün kuvvetleriyle o büyük zatların takip ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarıp muhafazaya çalıştıklarını ifade ederek şunları söylüyor:
“Fakat onların zamanında bu dehşetli zındıka hücumu, erkân-ı imaniyeyi sarsmıyordu. O zatların asırlarına göre münazara-i ilmiye ve diniyede istimal ettikleri silâhlar hem geç elde edilir, hem bu zaman düşmanlarına birden galebe edemediğinden, Risale-i Nur, Kur’ân’dan hem çabuk, hem keskin, hem tam düşmanların başını dağıtacak silâhları bulduğu için, o mübarek ve kudsî zatların tezgâhlarına müracaat etmiyor.
“Ve hem vakit dar, hem bizler az olduğumuz için, vakit bulamıyoruz ki, o nuranî eserlerden de istifade etsek, Hem Risale-i Nur şakirtlerinin yüz mislinden ziyade zatlar o kitaplarla meşguldürler ve o kudsî vazifeyi yapıyorlar. O vazifeyi onlara bırakmışız. O kudsî üstadlarımızın mübarek eserlerini ruh-u canımız kadar severiz.
“Fakat her birimizin bir kafası, birer eli, birer dili var; karşımızda da binler mütecaviz var; vaktimiz dar; en son silâh, mitralyoz gibi, Risale-i Nur bürhanlarını gördüğümüzden, mecburiyetle ona sarılıp iktifa ediyoruz.” (s. 139-40)
Üstadın bundan yetmiş yıl kadar önce Kastamonu’da işletilmek istenen dessas ve tehlikeli bir fitneyi söndüren mükemmel cevabı, bugün ve bundan sonraki hizmet sürecinde de geçerli.
Tıpkı, “İslâmiyet düşmanlarının yaptıkları taarruz ve hilâf-ı hakikat menfî propagandalarına mukabil üniversite Nur talebelerinin bir açıklamasıdır” başlıklı mektuptaki şu önemli ikaz gibi:
“Gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve Üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için, şeytanî planlarını, desiselerini değiştirdiler. ‘Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz’ fikriyle, aldatmak yolunu tuttular.
“O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar, dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki; ‘Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu mâlûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir’ gibi birtakım kandırışlarla, sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar.” (Tarihçe-i Hayat, s. 599)
Üslûbuyla Zübeyir Gündüzalp’i hatırlatan bu sözlerin devamında, söz konusu telkinlerin Nur talebelerindeki tesiri ise şöyle dile getiriliyor:
“Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki, bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teşvik (...) ediyor. Hattâ öyle Nur talebeleri meydana gelmektedir ki, dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur’a vakfediyor ve Üstadımızın dediği gibi diyorlar: ‘Zaman İslâmiyet fedaisi olmak zamanıdır...’
15.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|