Kâinatta en büyük hakikat, insanların Rabbini tanıması iken, gönüllerin çorak çöllerde âb-ı hayat araması yaşantıları karartıyor. Oralarda karanlıklar vardır. Hayatların tâ başından itibaren yaşanmaz hâle getirilmesi hâdiseleri, Rabbin tanınmadığı ülkelerde karanlıkları ihdas ediyor. O ülkelerde sevgiler ve gerçek sevgililer bulunmamaktadır. Oysa hayat, yaşantıların sevgilerle geçmesi için muhabbet dolu aydınlık âlemlere muhtaçtır.
Kâinattaki sevgilerin gerçek sevgililere hasredilmesi için, bütün ecrama nisbeten küçücük bir kürenin meydan olarak seçilmesi, düşünenlerin gerçeklere varması içindir şüphesiz. Çünkü düşüncelerin değer kazanması ve değerlilere kavuşturması için derinlere dalması gerekir. Yüzeylerde gezinenlerle, sırları çok derinlerde saklanılan hakikatlere ulaşmak mümkün olmamaktadır zira...
Hayatı yaratan Rabb-i Rahîm, değerliyi büyüklüklerin derununda bulunan küçük âlemler içine yerleştirmiş ve arkasından da yaratılanların en mükemmeli olan insanı arayışlara yöneltmiştir. Müthiş bir arayıştır hayatta görünen, hayatımıza hükmeden ve insanı oldukça fazla meşgul etmesi gereken bu faaliyet.
Beşikten mezara kadar, hayatın her safhasında hayatın mahiyeti gözleniyor şuurlu varlıklar tarafından. İnsanoğlu ve diğerleri, yani arayışlarla mükellef kılınanlar adeta sadece aramak için var edilmiş, onlara hiçbir varlığa verilmeyen sorumluluklar yüklenilmiştir. Bu sorumluluklar bir imtiyazdır. Elbette bunu anlamayanlar kaybedecektir.
Önce Kâinatın Sultanı bulunacak, arkasından da buyruklarıyla hayatların şekillenmesine çalışılacaktır. Bu arayışı herkesten önce elbette insanoğlu gerçekleştirecek, böylece varlık âleminde büyük Sultanın halifesi olduğunu ispat edecektir.
O Sultan-ı Zîşan, yaratılmışların en şereflisi olarak seçtiği insanı her şeyden önce sevgiye muhtaç etmiş, düşmanlıkların hayatların düşmanı olduğu gerçeğini düşünen bu varlıklara anlatmak için bin bir türlü hikmetle akıllara hitap etmiştir.
Muhabbet adeta hayatın ruhu haline getirilmiş, sağlık, sıhhat ve huzurun ana ilâcı halinde hayata yerleştirilmiştir. Böyle olmazsa hayatlara hastalıklar ve huzursuzluklar hâkim olacak, hayatın mânâ ve hikmeti akıl ve kalblerdeki yerini bulamayacaktır. Çünkü yaratılan her şey sevilmek için yaratılmış, insanlar da sevmek için var edilmiştir. Su ile canlanan çiçekler gibi ruhlar da sevgiyle can bulacaktır. O zaman, akıl sevilmeye lâyık olanları bulacak, kalb de muhabbet ışınlarını saçacaktır çevresine...
Sevilmeye lâyık olanların aranması için yalancı mahbublar da gözler önüne serilmiş, böylece gerçek sevgililere kavuşmak için bu durum bir teşvik unsuru olarak hayata derc edilmiştir. Çünkü karanlıkların aydınlıkların değerini ortaya koyması gibi, fani sevgililerin verdiği elemler de huzurlar ülkesine kavuşturan sevgililerin değerini kavratacaktır.
Fanilere hasredilen sevmelerin bir kıymet ifade etmeyeceği gerçeği insanları bâkî mahbublara yöneltmek için var olmuş, böylece düşünen ve idrak edenler, faninin fenasından hareketle gerçek sevgililere kavuşma imkânını bulacaktır.
Görünen gerçek o ki, gerçek sevgiyi, misafirhane olan bu dünya hanından çıkardığımız zaman, o ebedî hayatların müjdecileri de gözlere görünmeyecek, elmaslar değerindeki varlıklar birden kömüre kalb olunmuş gibi, hayat karanlıklara mahkûm edilmiş bir halde görünmeye başlanacaktır.
Hâsılı hayatta muhabbet görülmezse husûmetler etrafı istilâ edecek, hayatlar kararacak, hayat sahipleri karanlıklara yuvarlanmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Bu sebeple muhabbetin mahiyeti bilinmeli ve muhabbete muhabbet edilmeli, hayata muhabbet fedaileri hakim olmalı.
Yaratılanlar Yaradan’dan ötürü sevilmeli, sonsuz kudrete boyun eğilmeli, tükenmez hazineden rahmet dilenilmeli. O’nu tanımanın o yüksek sırrına ermeli, O’na sığınmalı, O’na dayanmalı ve sadece O’ndan yardım istemeli... O zaman elemler küçülecek, belki yok olacak, huzurlu hayatlar âlemin rengini değiştirecektir.
23.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|