Tesettür Risâlesinden evlilikte “gerek ve yeter”şartlar
Geçen haftaki yazımızda Tesettür Risâlesinin Üçüncü Hikmet’inin açılımını yapmıştık.
Bu bahiste, mahremler içinde tesettür ölçülerine riâyet edilmemesinin yol açabileceği problemleri anlatır Bediüzzaman Hazretleri. Aile içi cinsel taciz bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kanayan yaralardan bir tanesidir. Kadın aile araştırmalarının sıkça yapılıp sonuçlarının açıklandığı günümüzde namus-töre cinayetlerinin, büyük ölçüde aile içi cinsel tacizden kaynaklandığı belirtilmektedir.
Bediüzzaman Hazretlerinin “Tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir” dediği bu hastalıklı tablonun değişmesinin tek çaresi, mahremler arasında da tesettür ölçülerine riayet edilmesidir.
Bu çalışmamızda da Tesettür Risâlesinin Dördüncü ve son hikmetini açmaya çalışalım…
***
Tesettür Risâlesinin Dördüncü Hikmeti, tesettürsüzlüğün nüfus artışını etkilediği, evliliği azalttığı, gayr-i meşrû ilişkileri arttırdığı tesbitleri üzerine yapılanmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri, kadın ve erkeğin yaratılıştan gelen farklı özelliklerini belirterek, bu özellikler çerçevesinde aile kurumunda yapılması gereken vazife taksimini anlatır. Erkek fıtratının çok evliliğe yatkın olduğunu izah eder.
Asya, yani İslâm âleminin Avrupa ile kıyas edilmemesi gerektiğini, iklimin insan ahlâkı üzerinde etkisi olduğunu söyler.
Asya, Avrupa ile nasıl kıyas edilmemeliyse, aynı şekilde şehirliler de köylülerle mukayese edilmemelidir der. Şehirlilere kıyasla bir derece kaba ve daha az dikkat çeken kadınların kısmen açık olmalarının nefsânî hislere sebep olamayacağını, zaten şehirlerdeki gibi serseri işsiz adamların köylerde az bulunduğunu ifade eder.
DÖRDÜNCÜ HİKMET (1)
“Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hatta Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm ferman etmiş: ‘İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.’”
Yaşlı nüfusun hızla arttığı gelişmiş Batı ülkelerinde nüfus artışını sağlamak için hükümetlerin vatandaşlarına yaptıkları özendirici teşvikleri medyadan takip etmekte ya da oralarda yaşayan arkadaşlarımızdan hayretle ve ibretle dinlemekteyiz. Çalışan annelere, babalara maaşlı bebek doğum izinleri, özel bebek yardımlarını devlet bizzat takip etmekte. Maksatları sağlıklı bir aile ortamında yeni nesillere yer açmak.
Diğer bir örneğimiz ise Uzak Doğu’dan…
Dünyanın en kalabalık ülkelerinden bir tanesi olan Çin’in, beğenin beğenmeyin, üretimde geldiği nokta bütün dünya ekonomi piyasalarını korkutmakta. Çin, “Nüfus artışı – düzenli eğitim – bol üretim - güçlü devlet” örneğinin en parlaklarından bir tanesi.
Basından takip etmişsinizdir, son yıllarda “her aileye tek çocuk” sınırlandırmasıyla nüfus planlamasına kalkışan Çin Hükümeti, geçirdiği büyük deprem neticesinde nüfusunun büyük bölümünü yitirince, bu yasağı kaldırdı.
Bizim ülkemizdeyse aile konusunda şimdiye kadar yapılan en düzenli çalışmanın ne yazık ki, nüfus planlaması konusunda olduğu hepimizin malûmu. Ülkemizdeki “Aile Planlama” çalışmalarının Batı ülkeleri tarafından desteklenip, titizlikle takip edildiğini biliyorsunuzdur. Avrupa kendi nüfusunu arttırmaya, başka ülkelerinse nüfusunu planlamaya pek hevesli (!)
Tabi dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı hadiste ifade edildiği gibi Peygamberimizin (asm) “kıyamette övüneceği” şekilde yetiştirmemiz gerekiyor. Sokağa salıvermek çözüm değil.
DÖRDÜNCÜ HİKMET (2)
“Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.”
TESETTÜRSÜZLÜK EVLİLİĞİ AZALTIYOR
Kur’ân’ın şefkatli ve merhametli tesettür emrine riâyet etmek bir kadının kendine yapabileceği en büyük iyiliklerden. Aksi takdirde erkeğin nazarında “değersiz bir meta” olarak görülmesi işten bile değil.
Bunun en bariz delillerini magazin dünyasında görmek mümkün. Kadınları “evlenilecek kadın - gezilecek kadın” diye ayırımlara tâbî tutup, “Kendi camiamdan biriyle asla evlenmem!” diyen delikanlıların sayısı hiç de az değil!
Tabiî Bediüzzaman Hazretlerinin “serseri ve asri” olarak tanımladığı erkeklerin bu bakış açısında, Kur’ân’ın haram-helâl sınırları dikkate alınmadığından nikâh yolu zorlaşırken fuhuş kolaylaşmakta. Toplum hayatı alt üst olmakta.
DÖRDÜNCÜ HİKMET (3)
“Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının aile hayatında müdür-i dahilî olmak haysiyetiyle, kocasının bütün malına, evlâdına ve her şeyine muhafaza memuru olduğundan en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hatta erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehavet, kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.”
EŞLER ARASI İŞ BÖLÜMÜ
Erkeğin vazifesi: Himaye-merhamet-hürmet
Kadının vazifesi: Hazinedarlık-sadakat
Bediüzzaman Hazretleri, ailede eşler arası vazife taksiminin ruhunu en güzel şekilde bu formülle ifade eder.
Bu vazife taksimi, kadın ve erkeğin yaratılış özelliklerine uygundur. Güçlü yapısıyla erkek, eşini her türlü tehlikeden korumalı, merhamet ve saygı duymalıdır. Bir kadının eşinden alabileceği paha biçilmez en değerli armağanlardır bunlar. Yıllar geçse de değerinden hiçbir şey kaybetmez, üstelik daha da kıymetlenir.
Bediüzzaman Hazretlerine göre, erkeğin himaye, merhamet, hürmet duygularına ilâveten cesur ve eli açık, cömert olması onun iyi hasletlerindendir.
Aynı özellikler kadında kötü hasletlerden sayılmaktadır. Zira kadın erkeğin malına, evlâdına, her şeyine muhafaza memuru olduğundan cesaretli ve eli açık kadınlar, ailede hazinedarlık vazifesini aksatıp, güven kırıcı hallere sebebiyet verebilirler.
(Modernizmin kadına tuzaklarından biri olan tüketim ekonomisinin reklâmlar ve moda vesilesiyle kadını hep cesur olup riskleri göze almaya ve elindekini avucundakini harcamaya yönlendirmesi ibretlidir. “İktisat eden aile belâsı çekmez!” hadisini bir kez daha doğrularcasına kredi kartlarının ne tür aile facialarına yol açtığı ortadadır.)
Netice itibarıyla kadın da, erkek de, ailede dengeli, sağlıklı bir ortamın oluşmasında karşılıklı olarak ellerinden gelen çabayı sarf etmeli, “Ben” yerine “Biz” bilincini oluşturmalıdırlar.
Bediüzzaman Hazretleri şüphesiz bu ölçüleri Kur’ân eczahanesinde sünnet ışığında hazırlayıp Hanımlar Rehberine yerleştirmiştir.
Zaten Peygamber Efendimizin (asm) aile yaşantısına ait hadisleri de Dördüncü Hikmet’teki bu ölçüleri doğrulamaktadır.
Kızı Hz. Fatma’yı evlendirirken ona verdiği şu öğüt, aslında evlilik yaşantısında eşler arası iletişimle ilgili bütün dertlere de derman niteliğindedir:
“Kızım, sen Ali’ye cariye ol ki, o da sana köle olsun!”
Cariye de, köle de statü itibarıyla aynı değil midir?
Sefih medeniyetin etkisiyle “Ailede reis neden erkek oluyormuş?” diyenlerin kulakları çınlasın!
İFFET, SADAKAT, EMNİYET
Cinsellikte sınır tanımamak tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de sefih medeniyetin semâvî dinlere karşı açtığı bir saldırı. Bu taarruzda insanın yaratılışına yerleştirilmiş ve sınır konulmamış olan “kuvve”ler kullanılmakta. Bunlardan bir tanesi de kuvve-i şeheviye.
Türlü cazibedar donanımıyla (sineması, müziği, resmi, heykeli, klibi, tiyatrosu, gazete ve dergileriyle…) insanı hayvânî ve nefsî duygularının esiri haline getiren sefih medeniyet “cinsel özgürlük!” sloganlarıyla, şehveti adeta putlaştırmakta, iffet ve sadakati parça parça etmekte.
Bugün Batı ülkelerinde evlilikte sadakati, tek eşliliği “hastalıklı bir hâl” olarak tanımlayan Darwinist, Freudyen bilim adamları, zaman zaman sadakatsizlik yapmanın evlilik hayatını canlandıracağını söyleyip, zinanın hukukî olarak suç olmaktan çıkarılmasına çalışmaktalar. Zaten çoğu Batı ülkesinde eşcinsel evlilikler yasallaşmış ya da kim kimin annesi, büyükannesi, babası, dedesi belli olmayacak şekilde, nesiller karışmış durumdadır. Cinsel anarşinin kol gezdiği bu diyarlarda fuhuşhaneler “olmazsa olmaz” mekânlardır.
İşte “İnsaniyet-i kübra” olan İslâm dininde Kur’ân ve sünnet bu sınırsız şehevî duyguyu iffet ile sınırlandırmış, kadın olsun erkek olsun inananlara iffeti tavsiye etmiştir. Yaratılışı itibarıyla poligam bir yapıda olan erkeğin bu fıtrî meylini de iffet sınırında tutmak için birden fazla kadınla dörde kadar evlenme iznini vermiş, bununla birlikte farz kılmamıştır. Dört kadınla evliliğin kadının hukukuna riâyet edilmesi noktasında ağır şartları vardır.
Kur’ân, sefih medeniyetin hayvânî duygularının etkisiyle özgürlük maskesi altında sınırlandırmadığı eş sayısını, dört ile sınırlandırmıştır.
22.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|