Köy ve mezra gibi kırsal alanlarda uzun müddet kaldığımız için, nebatat ve hayvanat âlemini çokça temaşa etme ve her cinsin kendine has hayat serüvenini yakından takip etme şansına, imkânına sahip olduk.
Çeşit çeşit mahlûkatın değişik hayat safhalarını dikkatli bir nazarla takip etmek, onların o sevimli hal ve hareketlerine bakıp bakıp tefekküre dalmak, insana gayet ulvî bir haz ve lezzet veriyor.
Herkese ayrı bir bitki, ayrı bir hayvan türü nisbeten daha sevimli geliyor olabilir. Bu normaldir. Ancak, unutmamak lâzım ki, canlı–cansız yaratılmış her bir unsurun, kendince bir mühim vazifesi var. Hepsi de, san'atlı yaratılmışlar ve yüksek gayelere matuf, ciddî, hikmetli, hakikatli işler görüyorlar.
Bunların hiçbiri abesle iştigal etmiyor. Velev ki, bir kısmı zahiren sevimsiz gibi görünüyor olsalar bile...
İşte bugün bunların arasında yılan ve fare gibi en ürkütücü ve en tiksindirici gibi görünen iki mahlûkun nasıl işler gördüğüne dair bir müşahademizi sizlere hikâye etmek istiyoruz.
Bir zaman, bulunduğumuz bir köyde yılanların çokluğundan şikâyet vardı. Bu zehirli yaratıklar, orada yaşayanlara zarar verebilir vehmiyle, bulundukları her yerde taşla, sopayla, silâhla öldürülmeye başlandı. Oysa, mevsim itibariyle bu durum normaldi.
Yılın dokuz–on ayını yer altında geçiren yılanlar, özellikle bahardan yaz mevsimine geçiş dönemi olan Mayıs ve Haziran aylarında ortaya çıkarak, hayatlarını idame ettirirler. Gündönümü olan 22 Haziran'dan sonra, tekrar yer altındaki tünelciklere inmeye başlarlar. Tâ, bir sonraki yılın sıcak günlerine kadar orada beklemeye koyulurlar.
İşte, sıcaklarda ortaya çıkan bu soğuk tabiatlı mahlûkun yaratılış hikmetini bilmeyenler, onları vura vura kırmaya, telef etmeye koyuldular. Bu sebeple, sayıları haliyle azalmış oldu.
Şimdi, gelelim bir sonraki seneye...
Ertesi sene, bu kez etrafı büyüklü–küçüklü fareler istilâ etti. Yılanların o köyde kimseye zarar verdiği tesbit edilmemişken, fareler ise, orada yaşayan herkesin kâbusu olmaya başladı.
Bu hadise, bizi düşünmeye ve meseleyi tahkik etmeye sevk etti.
Sonunda açıkça öğrendik ki, fareler ile yılanlar, ekolojik düzen içinde birbirini dengelemektedirler.
Dolayısıyla, birisiyle aşırı dozda mücadele etmek, diğerinin tehlikesini dâvet etmek anlamına geliyor.
Zira, sıcak yaz aylarında fare avına çıkan yılanlar, bu muzır türün fazlaca çoğalmasını engelliyor.
Kış aylarında ise, bu kez durum tam tersine işliyor. Yer altındaki tünelciklere giren yılanlar, havaların soğumasına paralel şekilde hareketten düşüyor, hatta donma derecesine geliyor.
İşte, yılanların hiç kımıldayamadıkları bu soğuk kış aylarında, bu kez fareler yılan avına çıkıyor. Aynı tünelciklere giren fareler, hareketsiz şekilde duran yılanı kuyruk tarafından yemeye, kemirmeye başlıyor. Bütün kış boyunca karnını bu hazır ziyafetle doyurmuş oluyor.
Demek ki, hangi tür mahlûkat olursa olsun, onlarla ekolojik dengeyi bozacak derecede mücadele etmemeli. Aksi halde, zararlı çıkacak olan yine biz oluruz. Tıpkı, kanatlı hayvan türlerini telef ettiğimiz için, şimdilerde kene belâsına mâruz kaldığımız gibi...
Tarihin yorumu / 23 Haziran 1941
Türk Deniz Kuvvetlerine ait Refah Şilebi, Akdeniz'de seyrederken meçhûl ellerin attığı bir torpidoya (patlayıcı ve imha edici bir sualtı silâhı) mâruz kaldı.
Torpidonun isabet ettiği Refah Şilebi, Akdeniz'in sularına gömülmeye başladı.
Bu esnada tam bir can pazarı yaşandı. Şilepte bulunan 195 kişiden ancak 28 kişi canını kurtarabildi. Geri kalan 167 subay, öğrenci ve mürettebat vefat etti.
* * *
İkinci Dünya Savaşının en kritik günlerinde, Mersin'den hareket eden Refah Şilebi, önce Mısır'ın İskenderiye Limanına, oradan da İngiltere'ye doğru gidecekti.
Ancak, 23 Haziran'da hareket eden 40 yaşındaki şilebe gece saat 22.30 civarında kimin attığı tesbit edilemeyen bir torpido fırlatıldı ve bu sûretle koca gemi batırıldı.
Gemiden atlayan 28 kişi, bir kurtarma filikasına bindiler ve 36 saat sonra ancak karaya çıkabildiler.
* * *
Türkiye'ye maddî–mânevî çok ağır kayıplar verdiren bu büyük fâcianın faili uzun müddet araştırıldı.
Sonunda, şüpheler Fransızların üzerinde yoğunlaştı. Fransa da, bu işin yanlışlıkla olabileceğini ileri sürerek, cinayeti bir yönüyle kabullenmiş oldu.
İki ülke arasında sürdürülen gizli pazarlıklar sonucu, Fransa Türkiye'ye iki adet savaş gemisi vermeyi kabul etti.
23.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|